Michael Albert tarafından hazırlanmıştır.
Michael Albert, Elaine Bernard, Peter Bohmer, Jeremy Brecher, Dorothy Guellec, Rohin Hannel, Russell Mokhiber, Mark Weisbrot ve Robert Weisman'ın çalışmasından derlenmiştir.
Baştan sona okumanızı
öneririz, ancak belli bir sorunun cevabını öğrenmek istiyorsanız ilgili
cevaba bakabilirsiniz ...
Ticaretin mantığı basittir. Varsayalım
ki ben buğdayı çelikten daha iyi üretebiliyorum, sen ise çeliği buğdaydan
daha iyi üretebiliyorsun. Öyleyse eğer ben buğday sen ise çelik üretimine
yoğunlaşır, her birimiz kendi yeteneklerimizi kullanarak ticaret yaparsak,
ticaret yapmadığımız duruma göre daha iyi oluruz. Benzer şekilde, eğer
iki ülke buğday ve çelik üretiminde farklı "karşılaştırmalı üstünlükler"e
[ing. comparative advantage] sahipse, ve her ikisi de kendileri
için buğday ve çelik üretiyorlarsa, iki ülkenin toplam buğday ve çelik
üretimi uzmanlaştıkları duruma göre daha az olacaktır. Tabii ki uzmanlaşma
ve ticaretten sağlanan ek ürün, ticarete ilişkin yürütülen görüşmelerin
ve malları göndermenin maliyetinden fazla olmalıdır; eğer böyleyse her
ikisi de ticaret yaparak ticaret yapmadıkları duruma göre daha fazla kazanabilir.
Serbest ticaret basitçe vergilerin, gümrük vergilerinin veya diğer engel
ve kısıtlamaların olmadığı ticaret demektir. Mantık şöyledir; ticaret her
iki tarafın da ticaret yapmadığı duruma göre faydalı olduğu için, ticareti
azaltan kısıtlamalar kötüdür.
Ne Zaman ve Neden Ticaret Zararlıdır?
İlk olarak, iki taraf uzmanlaşarak, ardından da karşılaştırmalı üstünlüklerden faydalandığında, kazançlar (fiyatlara veya "ticaret hadlerine" bağlı olarak) kötü durumdakinin faydasına, iyi durumdakinin faydasına veya her iki taraf için de eşit olacak şekilde paylaşılabilir. Hatta bazı fiyatlar tüm kazancı sadece bir tarafa bile yönlendirebilir. Bir tarafın, ticaret olmaksızınki durumundan daha kötü olmasına bile yol açabilir --pekçok sömürgecilik deneyimde olduğu gibi. Yani kısacası, kısa dönemde ticaretten kimin fayda sağlayacağı ve ne kadar fayda edineceği fiyatlara bağlıdır. Uluslararası ticaretin kötülüklerinden birisi de büyük ekonomilerin fiyatları dayatabilmesi, ve daha küçük ekonomilerin ise bunun sonuçlarına katlanmak zorunda kalmasıdır. Bu yanlızca ABD ve Almanya'nın Tayland ve Guetamala'nın üstesinden gelebileceği anlamına gelmemektedir. Dünya'daki en büyük 100 şirketten 52 tanesi ülke değildir, büyük şirketlerdir.
Dahası, uluslarası yatırımlar üstünde herhangi bir kısıtlama olmadan, şirketler ülkeleri birbirleriyle rekabet etmeye zorlarlar. Her toplum ve topluluk, işalemini cezbetmek ve onların kalmasını sağlamak istiyorsa, ücretlerin düşürülmesi, işalemine uygulanan vergilerin düşürülmesi ve çevreyle ilgili düzenlemelerin azaltılması baskısı altındadır.
Ek olarak, topluluklar, eğer dünya piyasasında artık karlı bir şekilde satılamayan ürünlerin üretiminde uzmanlaşmışlarsa, bu sistemde büyük ölçüde imha olma tehlikesiyle karşı karşıya kalabilirler. Yani, örneğin serbest ticaret eğer ABD mısırının Meksika mısırından daha ucuz olması anlamına geliyorsa, ABD ürünü mısır Meksika tarafından ithal edilecek ve Meksika'da mısır üretmekte olanlar yanlızca topraklarını ve geçim kaynaklarını kaybetmekle kalmayacak, aynı zamanda başka yerlerde iş bulmak için kendi topluluklarını terk etmek zorunda kalacaklardır.
Veya varsayın ki iki ülke ticaret yapıyor ve fiyatlar öyleki her ikisi de ivedi maddi kazançlar sağlıyor. Ancak varsayın ki, işbölümü bir ülkenin kendi ekonomisini geliştirmesine ve çeşitlendirmesine izin verirken, diğer ülkeyi ise ağırlıklı olarak tek bir ürüne, belki de geleceği olmayan bir ürüne yoğunlaşmaya zorlamaktadır. Bir ülke kahve veya şeker üretiminde uzmanlaşırken, diğeri ise bilgisayar yazılımında uzmanlaşsın. Sonuç olarak, kahve veya şeker fiyatlarındaki devamlı aşağıya doğru baskı ve keza diğer sanayilerle olan kısıtlı bağları, eşitsizliğin devam etmesine ve artmasına yol açar.
Benzer şekilde, iki ülke ticaret yapabilir ve birisi ekolojik olarak olumlu bir yönde hareket ederken, diğeri ise dehşetli çevresel, emeksel ve toplumsal sonuçlara sahip alanlara yoğunlaşabilir. Ek olarak, ekonomik politikanın yaşamın toplumsal kalitesi ve ekolojik etkilerinden ziyade yanlızca kardan fayda sağladığı meselesi her ülkenin yurtiçi gündemiyle ilgilidir. Eğer bir ülke muhalefeti bastırmak için (başka bir ülkenin hükümeti tarafından finanse edilen) ölüm timlerine sahipse, o ülkedeki emek ücretleri en düşük noktasına çekilebilir, çocuklar köleleştirilebilir, zehirli atıklar ülkeye boşaltılabilir.
Dünya Ticaret Örgütü'ne (DTÖ) [World
Trade Organization, WTO] gelince --gündemi eğitimin, sağlığın, refah
ve toplu konut sisteminin ve ulaşımın özelleştirilmesine öncelik vermektedir.
ABD ticaret delegasyonuna göre, "ABD, hastaneler, ayakta tedavi hizmetleri,
klinikler, bakım evleri, bakım gerektiren yaşamsal düzenlemeler ve evde
sağlanan hizmetler dahil olmak üzere, bütün bir sağlık ve toplumsal bakım
alanlarında ticari fırsatlar var olduğu görüşünü savunmaktadır". DTÖ
laflarının kanatlarında ağzı sulananlar, ilaç sanayi, uzun dönemli bakım
sektörü, HMO'lar dahil olmak üzere ABD çokuluslu şirketleridir. DTÖ sağlık
sektöründe yeni bir altın madeni yaratmak amacındadır, ancak bu onun genel
gündeminin sadece bir parçasıdır. Çokuluslu şirketler [ing. multinational]
ve ulusötesi şirketler [ing. transnational] , hükümetlerin halihazırda
eğitim ve sağlık gibi kamu hizmetlerine harcamakta oldukları gayri safi
milli hasıladan pay kapmak üzere sıraya girmişlerdir. Topluluk risk-havuzu
ve kamusal olarak sorgulanabilir hizmetler sayesinde dayanışmaya dayanan
uzun geçmişi olan Avrupa refah devletleri geleneği parçalanmaktadır.
DTÖ, uluslararası ticari anlaşmaların görüşülmesi için, ve bağlayıcı anlaşmaları gözetleyen ve düzenleyen bir organ olarak meydana getirilen bir forum olarak, 134 üyeye sahip bir uluslararası örgüttür. DTÖ, Genel Tarifeler ve Ticaret Anlaşması'nın (General Agreement on Tariffs and Trade, GATT) "Uruguay Turu"nun koşullarının kabul edilmesiyle 1995'de oluşturuldu. Uruguay Turu öncesinde, GATT ülkeleri tarifeleri indirmeye zorlayarak dünya ticaretini geliştirmeye odaklanmıştı. Ancak DTÖ'nün kurulmasıyla, bu şirket-esinli gündem, "ticaret önündeki tarife dışı engeller"i --yani esasen ticareti etkileyecek şekilde oluşturulabilecek herhangi bir ulusal veya yerel koruyucu yasayı-- önemli bir şekilde hızlanmıştır.
Düşünce basittir --zayıf veya satın alınmış
hükümetler sayesinde düşük ücretleri ve yüksek kirliliği sadece üçüncü
dünya ülkelerine dayatmak yerine, neden sadece üçüncü dünyada değil de
bütün dünyada çalışanları, tüketicileri veya çevreyi koruyabilecek hükümetler
ve kurumlar zayıflatılmasın ki? Emek üstündeki etkileri, ekolojik etkileri,
toplumsal veya kültürel etkileri veyahut kalkınma üstündeki etkileri yüzünden
ticareti sınırlamaya yönelik tüm etkiler ortadan kaldırılarak, yanlızca
kısa vadede kar yapılabilip yapılamayacağı yegane kriter olarak neden ortaya
konulmasın ki? Eğer ulusal veya yerel yasalar ticareti engellerse --sözgelişi
çevre veya sağlık kanunları, veya iş yasası--, DTÖ bunu yargılar, ve tahmin
edilebileceği üzere şirketler yanlısı olan kararı bağlayıcı olacaktır.
DTÖ, şirket karları lehine hükümetleri ve halkları koz olarak kullanır.
Neden İnsanlar DTÖ'ye Karşılar?
Bir kimsenin kendi küçük kişisel çıkarları açısından DTÖ'ye karşı olabileceği reddedilmemekte --söz gelişi, özünde, ülkem kendi tercih ettiği şekilde davranabilmeli, ancak diğer ülkeler bu kusurlu dünyaya tamamen şirketler tarafından bakmalı (ABD hükümetinin uluslararası hukuğa ve Dünya Mahkemesine bakış açısı: bu herkes için böyle!). Ancak DTÖ'ye karşı olan hareketlerin görüşü, bir kimsenin kendi mahallesinden kaynaklanan bakışla değil, toplumsal, emekle ilgili, ekoojik ve kültürel kaygıların kar yapmak üstünde her yerde öncelik kazanması şeklinde olmalıdır.
DTÖ ile onun soldan eleştirmenleri arasındaki gerçek tartışma korumacılıkla ilgili değildir, sınırlanmamış rekabetin yarattığı tahribatdan korunması gerekenlere ilişkindir. DTÖ emek harcayanları savunacak, uzun dönemli gelişmeyi koruyacak veya kültürel sürdürülebilirlik ile çeşitliliği destekleyecek kurallara sahip değildir. Böyle standartlar olmaksızın, halkın büyük bir kısmı genişleyen ticaretten fiilen kaybedebilir --yanlızca adil ideale göre değil, ancak taamamen [DTÖ sisteminden] sakınmaya göre de kaybedebilir.
Eleştirenlerin DTÖ'ye ilişkin şirketlerin
kar amaçlayan mantığına göre hareket ediyor olduğu şeklindeki kuramsal
anlayışı, DTÖ'nün bugüne kadarki tarihinden kaynaklanmaktadır. Şirketler
yararına çevresel veya kamu güvenliği düzenlemelerine meydan okuyan her
vakada, şirketler kazanmıştır. Ticari karides avlanmasına ilişkin çıkarlar,
devasa deniz kaplumbağalarının korunması ile çatışınca, kaplumbağaların
hiç şansı yoktu. Venezüella petrolünün çıkarları ile ABD Çevresel Koruma
Kurumu'nun ithal edilen petrolün hava kalitesine ilişkin standartları çelişince,
kazanan petrol çıkarları oldu. ABD büyükbaş hayvan üreticilerine karşı
Avrupa Birliği'nin hormonlu etleri yasaklaması söz konusu olunca, kaybedenler
Avrupalı tüketicilerdi. Liste uzayıp gidiyor.
Ancak Ticaretin Düzenlenmesini İstemiyor muyuz?
Evet, ancak bu DTÖ tarafından önerilen
düzenlemeler türü bir şey değildir. DTÖ, bitkilerin, sürecin, tohum çeşitlerinin,
ilaçların, yazılımların ve tüm sermayenin patentlenmesi üstündeki şirket
tekellerinin ve sahipliliğinin korunmasıyla, zararlı etkilerine karşın
malların değişimini canlandırılmasıyla, ve şirketlerin kar yapmasını engelleyebilecek
herhangi bir emek, çevre, sağlık ve güvenlik korumasının çökertilmesiyle
ilgilidir.
Neden Bazıları Yeni Politikalar Talep Ederken, Bazıları İse DTÖ'nün Kapatılmasını Talep Ediyorlar?
Bazı eleştirmenler DTÖ'nün liberalleşme
programının kökten kusurlu olduğunu ve bizim bu tehlikeli örgütü ortadan
kaldırmamız gerektiğini öne sürmektedir. Onlar küresel bir direniş oluşturulması
ve aşağıdan yukarıya doğru küresel dayanışmanın inşa edilmesi çağrısında
bulunurlar. Diğer insanlar, özellikle de örgütlü emeğin büyük bir kısmı
ise DTÖ'nün ticaretin liberalleşmesi programının fazlasıyla kusurlu olduğunu
söylerken, şu anda güçlü bir örgüt olarak iyice yerleşmiş olduğunu ve üstünde
görüşmeler yapılan serbest ticaret düzenlemeleri kavramının dünya topluluğunun
sıhhati ve refahı için hayati olduğunu öne sürerler. Onlara göre, temel
emek hakları, çevreyle ilgili koruma tedbirleri ve Avrupalıların "toplumsal
sözleşme" dediği şeyin DTÖ sözleşmesine ve pratiğine dahil edilmesiyle,
DTÖ dönüştürülebilir.
DTÖ'ye Karşı Çıkmak İçin 10 Temel Sebep Nedir?
1. DTÖ, ticari kaygıları bütün diğer değerlerin üstüne koyar. DTÖ kuralları genellikle, işçi, tüketici, çevresel, sağlık, insan hakları, hayvan korumacılığı veya diğer kar merkezli olmayan çıkarların olası "en az ticaret kısıtlayıcı" şekilde --ticaret, bu ticari olmayan kaygılara neredeyse asla tabi olmaz-- olmasını gerektirecek ulusal yasa, kural ve düzenlemeleri gerektirir.
2. İhlalleri katı hükümlerle cezalandırılırken, DTÖ demokratik olarak kontrol edilen hükümetlerin elindeki seçenekleri azaltarak demokrasiyi zedeler.
3. DTÖ, toplulukları, ülkeleri ve bölgeleri daha kendine yeterli bir doğrultuya yönlendirecek yerel ekonomik gelişme ve politikaları teşvik edecek çabaların aleyhine, küresel ticareti aktif bir şekilde teşvik etmektedir.
4. DTÖ, Üçüncü Dünya ülkelerini piyasalarını zengin çokuluslu şirketlere açmaya ve kendi gelişmekte olan [ing. infabt, bebek] ulusal sanayilerini koruma çabalarını terk etmeye zorlar. Tarımda yabancı ithalatın başlaması, kırsal alanda yaşayan milyonlarca insanın benzeri ancak savaş dönemlerinde görülebilecek ölçüde toplumsal olarak yerinden olmasını kolaylaştıracaktır.
5. DTÖ, potansiyel risklere karşı, --hükümetlerin insan sağlığına veya çevreye [karşı verilen] zararları çözümlemeye teşebbüs etmesini engelleyerek-- ülkelerin harekete geçmesini engeller.
6. DTÖ, "uyumlandırma" olarak adlandırılan süreç sayesinde uluslararası sağlık, çevre ve diğer standartları düşük bir seviyede belirler. Ülkeler ve hatta eyaletlerle şehirler, bu düşük normları ancak nadiren tahsis edilen özel izinlerle aşabilir. Böylece DTÖ, dibe vurdurucu bir rekabet [yarışını] teşvik etmiş olur, ve insanları o durumda tutacak güçlü kısıtlamalar dayatır.
7. DTÖ kürsüsü ulusal kanunların "yasallığı" hakkında hükümler verir, ancak işlerini kapalı kapılar ardında yürütür. Böylece az sayıdaki kişi çoğunluğun yaşamsal koşullarını belirler --katılım, işbirliği ve demokrasiden laf olsun diye bile bahsetmeden.
8. DTÖ, ulusal hükümetlerin satın aldıkları dolarları insan haklarıyla, çevreyle, çalışanların haklarıyla ilgili ve diğer ticari olmayan amaçlar doğrultusunda kullanma yetilerini sınırlar. DTÖ, hükümetleri yanlızca nitelik ve maliyet kıstaslarına bağlı olan satın almalara zorlar. Yanlızca şirketler değil, hükümetler de ve böylece tüm bir nüfus da kar için gözlerini dört açmalı ve diğer herşeye gözlerini kapamalıdır.
9. DTÖ kuralları, nasıl üretildiğine dayanarak ülkelerin ürünlere farklı davranmasına izin vermez --bunların vahşice bastırılan çocuk emeğiyle mi, zehirli maddelere maruz kalan işçilerle mi imal edildiğine bakmaksızın veya türlerin korunmasına değinmeden.
10. DTÖ kuralları, yaşam formları için
patentler veya benzeri dışlayıcı korumacılık tedbirlerine izin vermektedir.
Diğer bir deyişle, DTÖ devasa çokuluslu şirketlerin çıkarlarına hizmet
etmek için ne gerekiyorsa yapmaktadır --ortada belli ilkeler yoktur, yanlızca
güç ve açgözlülük vardır.
Kısa Vadeli Alternetifler Nelerdir?
DTÖ'ye karşı acil alternatif, küresel şirketlerin,
sermayenin ve piyasaların kontrolünü sınırlamak için uluslararası işbirliğini
geliştirmek; ve böylece yerel topluluklarda yaşayan insanların kendi ekonomik
yaşamlarını kontrol etmelerini mümkün kılmaktır. Alternatif aşağıdakileri
sağlayacak bir ticareti teşvik etmektir:
Küresel ekonominin şiketlerin yönetim
ofislerinde küçük bir elit grup tarafından düzenlenmesi yerine, bizler
toplumsal ve çevre açısından zararlı olduğunda ticareti sınırlamak üzere
tabandan komisyonlar oluşturmalıyız. DTÖ'ye ilişkin diğer kısa vadeli alternatifler
şöyle sıralanabilir:
DTÖ'nün alternatifi, uluslararası finansal
kurumları, kemer sıkma politikalarından ve yıkıcı kalkınma biçimlerinden
alıkoyarak, işçi haklarını, çevresel korumayı ve yaşam standartlarını yükseltilmesini
desteklemelerini sağlamaktır. Refah sahibi ülkeler için alternatif ise
en yoksullaştırılmış ülkelerin borçlarını silmek ve yüksek borçlu ulusların
borçlarını düzenlemek üzere kalıcı bir çözüm mekanizması kurmaktır. Alternatif,
küresel şirketler üstünde kamusal kontrol ve yurttaş egemenliğinin sağlanmasına
ve şirketlerin yerel, bölgesel ve ulusal yasaları aşındırmasının engellenmesine
--emeğin, çevresel konuların, yatırımların ve toplumsal davranışların düzenlenmesini
de içeren bağlayıcı olan bir Ulusötesi Şirketler Davranış Kanunu oluşturulması
gibi-- için yardım etmek için düzenleyici mekanizmaların kullanılmasıdır.
İkinci Dünya Savaşı'nın ertesinde, Birleşmiş Milletler'in yanısıra Uluslararası Para Fonu [International Monetary Fund, IMF] ve günümüzde Dünya Bankası [World Bank] olarak bilinen Uluslararası Yatırım ve Kalkınma Bankası (Dünya Bankası) [International Bank for Reconstruction and Development, IBRD] Bretton Woods'ta toplanan konferansta kurulan önemli uluslararası ekonomik örgütlerdi. IBRD (Dünya Bankası) savaşta yıkılmış Avrupa'nın yeniden inşasının finanse edilmesine ve dünyanın en yoksul ülkelerinin kalkınmalarına yardım etmek üzere kurulmuştu. İMF'nin görevi ise egemen hükümetleri kendi parasal, mali ve uluslararası yatırım politikalarında serbest bırakırken küresel ticareti teşvik etmek üzere konvertibil ulusal paralara dayanan uluslararası para sisteminin düzenlenmesiydi. Dikkat çekicidir ki Uluslararası Ticaret Örgütü [International Trade Organization, ITO] kurulmasına yönelik çabalar başarısız kalmış, geriye bunun "minimalisti" Genel Tarife ve Ticaret Anlaşması'nı (GATT) kalıntı olarak bırakmıştır. Ancak bunların tümü 50 yıldan daha fazla bir zaman önceydi. İMF bugün uluslararası ekonomik sistemin "liberalize edilmesi" veya deregüle edilmesi çabalarının "gözlemcisi" haline gelmiştir.
İMF 20 yldan beri sorunlu üçüncü dünya
ükelerine aynı ilacı tavsiye etmektedir:
Ancak hükümetler bu "yapısal uyum anlaşmasını"
imzaladıklarında, İMF, vadesi gelen ve aksi takdirde ödenemeyecek olan
uluslararası borçların ödenmesine yetecek kadar bir parayı ödünç vermeye
razı olur. Yeni kredilerin verilmesi de dahil olmak üzere, bir ülkenin
borçlarını özel uluslararası kreditörlerle birlikte yeniden düzenler.
Tahmin edilebilir sonuçlar daima felaketvari olmuştur. Sıkı para politikası ve sınırsız yükselen faz oranları yanlızca üretken yatırımları durdurmakla, tasarrufları uzun vadeli yatırımlar yerine kısa vadeli finansal yatırımlara yönlendirmekle kalmaz, sıradan faaliyetlerini dahi devam ettirebilmek için pekçok şirketin aydan aya borçlanmasını gerektirir. Bu işsizliği besler, ve üretimi ve böylece de geliri düşürür. Mali sıkılık --vergilerin arttırılması ve hükümet harcammalarının düşürülmesi-- toplam talebi daha da daraltır, keza üretimde azalmaya ve işsizlikte artışa yol açar. Benzer şekilde, ortadan kaldırılan hükümet harcamalarından herhangi birisi eğer aslında insanların yaşantılarını iyileştiriyorsa, o zaman bu programlardaki azalmalar bu faydaları ortadan kaldıracaktır. Kamusal hizmetlerin, ulaşımın, ve bankaların özelleştirilmesine daima işten çıkarmalar eşlik eder. Uzun dönemde üretkenliğin ve etkinliğin artıp artmayacağı ise kamu teşebbüsünün ilk başta ne kadar kötü işletildiğine dayanır --tabii özelleştirme operasyonunun bir gelişme olduğu ispatlanırsa eğer.
"Yapısal uyum"un, kendi terimleriyle bile, en çok göze batan etkinsizliklerinden [randıman düşüklüğü] birisi ise kamu sektörü bütçesini azaltmaktaki aceleciliğindedir; İMF, kötü veya iyi işletilen kamusal işletmeler arasında ayırım yapmak için pek az bir zaman ayırır. Özelleştirme için yürüttüğü haçlı seferinde, İMF etkin kamusal işletmeleri, yönetici siyasi partilerin politik destekçilerine ve akrabalarına şişkin ücetler öderken kamuya kötü hizmet sunan "beyaz filler"le rutin bir şekilde birarada toplar. Özel sektörün [kamu işletmesinin] yerini almasının daha da kötü olabileceğini İMF asla dikkate almaz.
Uluslararası sermaye akışları üstündeki
kısıtlamaların aceleyle kaldırılması, zengin vatandaşların ve uluslararası
yatırımcıların servetlerini yurt dışına çıkarmalarını kolaylaştırır; yani
"sermaye kontrolleri"nin kaldırılması sermaye kaçışını kolaylaştırır, üretken
yatırımları, üretimi, geliri ve istihdamı daha da azaltır. Sermaye kontrollerinin
kaldırılması dahası, "bulaşma" [ing. contagion] hastalığı dahil
olmak üzere, yerel ekonomiyi küresel sermaye hareketliliğinin belirsiz
değişimlerine maruz bırakır.
Küresel Ekonominin Böylesine Kritik Kurumlarını Nasıl Değiştiririz?
Sıkışık bir caddeye yeni bir trafik lambası koyulmasıyla, ücret artışı kazanmayla, olumlu bir hukuksal yasanın kazanılmasıyla veya bir savaşın sona erdirilmesiyle aynı şekilde --toplumsal maliyeti, aksi takdirde politika yapıcılarının daha fazla yüksek bir maliyet ödemeleri gerektiğini hissedecek kadar nefret uyandırıcı ve tehlikeli bulmalarını sağlayacak kadar yükselterek. Seçkinler bu uluslararası kurumlar için endişelendiklerinden daha fazla ne için endişelenirler? Pek fazla değil --bu doğru, ama bunlardan birisi onların maddi avantaj ve iktidarlarının genel istikrarıdır. DTÖ gündemini ele geçirmek, şirketsel ve politik seçkinlerin yapmak istedikleri bir şeydir, bu reddedilemez. Diğer yandan ise, bunun yapılması nüfusu hareketler içinde kutuplaştırırarak, sadece bu politikaları değil, kar-yapmanın ve yönetmenin gerekliliklerinin altını kazırsa, yani ödenecek fiyatı çok yükseltirse. "Uyuyan devi" --yönettikleri ve sömürdükleri kitleleri-- uyandırmak istemezler.
Yani, DTÖ ve diğer küresel finansal kurumlar
konusunda büyüyen kamuoyunu eğiterek, ve sonuçta ortaya çıkan kızgınlık
ve arzuları DTÖ'ye ve yerel hükümetin günlük işleyişine meydan okuyacak
toplumsal hareketlere yönlendirerek, toplumsal maliyetleri yükseltmeliyiz.
Bu hareketler eğer şunlara karşı tehdit oluştururlarsa oldukça zorlayıcı
olacaklardır,
Kapitalizm, üretim araçlarının özel sahipliği, anonim işyeri yapısı ve piyasanın dağıtımıyla tanımlanan bir ekonomik sistemdir. Bu tanımlayıcı özellikler, kapitalist ekonomilerde neler olabileceğinin ve neler olacağının büyük bir kısmının şeklini meydana getirir. Bazı etkileri şunlardır: üretim araçlarına sahip olanlar devasa karlar elde edecekler ve gücün büyük bir kısmını ellerinde tutacaklar; günlük karar-almayı yöneten veya aksi takdirde tekelleştirenler de keza dikkate değer bir gelire ve güce sahip olacak; ve emirlere itaat eden ve diğerleri tarafından tanımlanan işleri yerine getirenler, gelir ve güçlerinde büyük ölçüde boyun eğen konumda olacaklar. Şirketler, işyerleri sahipliğinde ve yöneticiliğinde fiili bir diktatörlük yaratarak, ve ticari değerlerle ve kara yönelik baskılarla politik ilişkileri kirleterek; ekonomik ve politik hayata hakim olacaklar. Yurttaşların davranışları piyasa rekabeti sayesinde bireysel bencilliğe sevkedilecek, ve sonuçlar kolektif icradan özel kara doğru taraflı olacaktır.
Kapitalizmin başka bir belirtisi ise, kapitalistler
arasında piyasa-güdümlü rekabetçi kar hedeflemesinin [olması], ve işçilere
nispetle avantajlarını korumak ve genişletmek için her türlü aracın kullanılmasıdır.
Bu iki gündem doğrultusunda, çeşitli kurumlar kurulmuştur. Uluslararası
alanda bunlar, her biri güçlü kapitalistlerin (a) hiçbir kısıtlama olmaksızın
kendi ekonomilerine hakim olmalarını ve (b) kar peşinde koşmalarını uluslararası
olarak --yine hiçbir kısıtlama olmaksızın-- mümkün olduğunca genişletmek
için, DTÖ, İMF ve Dünya Bankasını da kapsar.
Kapitalizmin ve Piyasaların Alternatifi Nedir?
En nihayetinde, şirket karlarını genel refahın üstünde, özel [sektörün] gücü[nü] demokratik katılımın, ve bir azınlığın kısa dönemdeki politikasını çoğunluğun uzun dönemli tatmin ve sürdürebilirliğinin üstünde gördükleri için uluslararası kurumlardan hoşlanmıyorsak eğer, o zaman özel mülkiyeti, şirketler yapısını ve piyasaları da aynı zeminde reddetmeliyiz.
Ancak alternatifler nelerdir? Bu oldukça tartışmaya açıktır tabii ki, ancak alternatif bir ekonomi şuna benzer şeyleri kapsayabilir: özel mülkiyete, güce ve çıktıya göre değil, bunun yerine çabaya ve fedakarlığa göre bir ücretlendirme [ing. renumeration]; yaşamın niteliği ve yetkiye göre dengelenmiş işler artı yukarıdan hiyerarşik [bir şekilde belirlenen] şirket yapıları ve otoriter yönetimler yerine işçi ve tüketici konseyleri demokrasisi; ve bireyci, şirketçi, rekabetçi piyasa değişimi yerine katılımcı kooperatif toplumsal bir planlama.
DTÖ'yü reforme etme veya ortadan kaldırma
gibi kısa vadeli programları [hedefleyen] hareketler, analizlerini, programlarını
ve stratejilerini uzun vadeli amaçlarıyla uyumlu hale getirmeye yönelmekten
büyük fayda sağlayacaklardır. Bu, üyelerinin umutlarını ve bağlılıklarını
sürdürmeleri olasılığını artırır; hareketin büyümesinin seçkinlere karşı
oluşturduğu tehditi artırır, bunu daha da zorlayıcı ve güçlü yapar; ve
bugünkü zaferlerin yarın daha fazla kazanımlara ve en sonunda da yeni bir
ekonomiye yol açmasını sağlamaya yardım eder.
Çeviri:
Anarşist
Bakış
Kaynaklar:
"A
Q&A on the WTO, IMF, World Bank, and Activism".