DEVLETSİZ SOSYALİZM: ANARŞİZM
Mikhail Bakunin
187?
"The Political Economy of Bakunin", G.P. Maximoff, 1953, The Free Press, NY.
Fransız Devriminin İlan Ettiği Büyük İlkelerin Etkisi.
Devrimin kitlelere Akidelerini (gizemci değil akılcı, semavi değil
dünyevi, ilahi değil beşeri olan Akidelerini, İnsanın Hakları
Akidelerini) ilettiği andan itibaren; herkesin eşit olduğunu,
hürriyet ile eşitliğin herkesin hakkı olduğunu ilan ettiği andan
itibaren, bütün Avrupa ülkelerindeki, bütün
medeni dünyadaki kitleler, afyonuyla kendilerini uyuşturan
Hıristiyanlığın getirdiği esaretten yavaş yavaş uyanarak eşitlik,
özgürlük ve insanlık haklarının olup olmadığını kendi
kendilerine sormaya başladılar.
Bu soru ortaya atılır atılmaz, takdire şayan güçlü
sezgilerinin yanı sıra içgüdülerinin de rehberliği
altındaki insanlar, gerçek kurtuluşlarının ve insanlaşmalarının
ilk şartının iktisadi durumlarında köklü bir değişiklik
olduğunu anladılar. Günlük geçimlerini kazanmak, haklı
olarak onların öncelikli sorunudur, çünkü
Aristo'nun belirttiği gibi insanın düşünmesi, kendini
özgür hissetmesi, insan olabilmesi için
günlük yaşamın maddi dertlerinden kurtulmuş olması gerekir.
İnsanların maddeciliği karşısında feryat figan eden ve insanlara
idealizmin [
ülkücülük] kaçınmacılığını [
nefsine hâkim olma]
vaaz eden burjuvalar da bunu gayet iyi biliyorlar,
çünkü bunu lafta tavsiye ederken davranışlarıyla
örnek olmak gibi bir çabaları yok.
İnsanların önüne gelen ikinci soru, yani işten sonraki boş
vakit sorunu ise insan olmanın vazgeçilmez bir şartıdır. Ancak,
ekmek ve boş vakit mevcut toplumun kökten
dönüştürülmesi dışında başka bir yolla elde
edilemez ve bu da Devrimin (kendi ilkelerinin kaçınılmaz
sonuçlarının zorlamasıyla) neden Sosyalizmi doğurduğunu
açıklar.
Sosyalizm Adalettir... Sosyalizm
adalettir.
Adaletten bahsettiğimizde, büyük ölçüde zor
kullanılarak elde edilen, zamanla ve (Hıristiyan olsun, pagan olsun)
kilisenin ya da benzeri bir kurumun kutsamasıyla takdis edilmiş bir şiddete
dayanan ve bu hâliyle (mantıksal muhakeme yoluyla bütün
kanunların türetildiği) mutlak ilkeler olarak kabul edilen
Yasalarda ya da Roma hukuk öğretisinde bahsedilen adaleti
anlamıyoruz; hayır, sadece insanın vicdanına dayanan adaletten, her
insanın bilincinde (hatta çocuklarda bile) bulunan ve tek bir
kelimeyle ifade edilmesi mümkün olan adaletten bahsediyoruz:
Hakkaniyet.
Zor kullanılarak yapılan fetihler ve dini etkiler yüzünden
siyaset, hukuk ve iktisat dünyasında bugüne kadar
hâkimiyet kuramayan bu evrensel adalet yeni dünyanın temeli
olmalıdır. Adalet olmadan ne hürriyet, ne cumhuriyet, ne refah ne
de barış olabilir. Öyleyse adalet, barışın tesis edilmesi amacıyla
etkin bir şekilde çalışabilmemiz için kararlarımızı
yönlendirmelidir. Bu adalet bizi, fazlasıyla kötü
muamele gören insanların çıkarlarını savunmayı, bu
insanların siyasi özgürlükleriyle birlikte iktisadi ve
toplumsal kurtuluşlarını da talep etmeyi bir görev olarak
üstlenmeye çağırıyor.
Sosyalizmin Temel İlkesi.
Baylar, burada şu ya da bu sosyalist sistemi önermiyoruz. Bizim
talep ettiğimiz şey, Fransız Devrimi'nin büyük
ilkesinin yeniden ilan edilmesidir:
Her insan, insanlığını bütün yönleriyle geliştirecek maddi ve manevi olanaklara sahip olmalıdır; bizce bu ilke şu soruna çevrilebilir:
Toplumu, erkek olsun kadın olsun her bireyin, hayata atıldığında sahip
olduğu çeşitli melekeleri geliştirmek ve işinde bunlardan
faydalanmak için yaklaşık olarak eşit olanaklara sahip olmasını
sağlayacak şekilde örgütlemek. Hiç kimsenin emeğinin
sömürülmesine olanak tanımayacak böyle bir toplumun
örgütlenmesi, her bireyin aslında yalnızca kolektif emek
tarafından üretilen toplumsal refahtan, bu refahın yaratılmasına
doğrudan doğruya katkıda bulunduğu ölçüde
faydalanmasını sağlayacaktır.
Devlet Sosyalizmi Reddediliyor.
Bu görevin gerçekleştirilmesi elbette yüzyıllar
boyunca sürecek bir gelişmeyle olacaktır. Ancak, tarih halihazırda
bu görevi önümüze koymuş bulunuyor; dolayısıyla,
kendimizi tam bir acizliğe mahkûm etmeksizin bunu göz ardı
edemeyiz. Bireylerin ya da örgütlerin tam hürriyetini
kabul etmeyen ya da ne şekilde olursa olsun sistemli bir
gücün oluşturulmasını gerektirecek tüm toplumsal
örgütlenme girişimlerini şiddetle reddettiğimizi hemen
ekleyelim. İktisadi ya da siyasi olsun yegâne yaratıcı
örgütlenme temeli ve ilkesi olarak kabul ettiğimiz
özgürlük adına, Devlet Komünizmini ya da Devlet
Sosyalizmini uzaktan yakından andıran her şeye karşı çıkmalıyız.
Miras Hukukunun Lağvedilmesi.
Devletin yapabileceği ve yapması gereken yegâne şey,
mümkün olduğunca kısa zamanda bütünüyle
lağvedilmek üzere miras hukukunda azar azar değişiklikler
yapmaktır. Tamamen Devletin yaratımı olan, otoriter ve ilahi Devletin
varlığının koşullarından birisi olan bu kanun, Devletteki
özgürlük sayesinde lağvedilebilir ve edilmelidir. Başka
bir deyişle, Devlet kendini feshederek adalet ilkelerine göre
özgürce örgütlenmiş bir topluma
dönüşmelidir. Bizce miras hakkı lağvedilmelidir,
çünkü var olduğu müddetçe bireylerin doğal
eşitsizliğinden değil de sınıflar arasındaki yapay eşitsizlikten
kaynaklanan ve miras yoluyla aktarılan iktisadi eşitsizlik devam
edecektir. Sınıflar arasındaki yapay eşitsizlik, zihinlerin gelişimi ve
şekillenmesi sırasında miras yoluyla aktarılan eşitsizliklere yol
açacak; tüm siyasi ve toplumsal eşitsizliklerin kaynağı ve
takdis edicisi olmayı sürdürecektir. Adaletin görevi
herkes için eşitliği sağlamaktır; her insanın dünyaya
gelirken sahip olacağı bu eşitlik, toplumun iktisadi ve siyasi
örgütlenmesine bağlı olması ölçüsünde,
kendi doğasının rehberliğinde hareket eden her insanın kendi
çabasının ürünü olacaktır. Bizce vefat edenlerin
mülkleri, (doğumlarından reşit oluncaya kadar bakımları dahil
olmak üzere) her iki cinsiyetten çocukların
yetiştirilmesine ve eğitimine tahsis edilecek toplumsal bir fona
devredilmelidir. Slavlar ve Ruslar olarak, halklarımızın genel ve
geleneksel bir içgüdüsüne dayanarak aramızdaki
temel toplumsal fikrin şu olduğunu eklemeliyiz: Tüm halkın
mülkü yalnızca onu elleriyle yaratanlara ait olmalıdır.
Baylar, biz bu ilkenin adil olduğuna, bunun bütün ciddi
toplumsal reformların asli ve kaçınılmaz koşulu olduğuna kanaat
getirdik; çoğu köylünün ektiği toprağın sahibi
olduğu Fransa (ancak Fransa'da günümüzde
hâkim olan siyasi ve iktisadi sistemin kaçınılmaz bir
sonucu olarak toprakların küçük küçük
parçalara bölünmesiyle birlikte kısa bir süre
sonra köylülerin çoğunun elinde neredeyse
hiçbir şey kalmayacaktır) gibi ülkelerde bu ilkenin
gerçekleştirilmesinde karşılaşılacak güçlüklere
rağmen Batı Avrupa bu ilkeyi kavramaktan ve kabullenmekten geri
kalmayacaktır. Ancak, toprak meselesiyle ilgili herhangi bir öneri
sunmaktan kaçınmalıyız... Şu an için aşağıdaki bildirgeyi
önermekle yetiniyoruz:
Sosyalizm Bildirgesi. "Nüfusun çoğunluğu en temel ihtiyaçlarını
karşılayamadığı müddetçe; gerek eğitimden yoksun
bırakıldığı için gerekse (yasa önünde değilse bile)
yoksulluğun yanı sıra dinlenmeksizin ve boş vakti olmaksızın
çalışması gerektiği için siyasi-toplumsal
önemsizliğe ve köleliğe mahkûm olduğu
müddetçe; dünyanın gurur duyduğu tüm refahı
üretirken bunun karşılığında ertesi günkü nafakasını
karşılamaya ancak yetecek kadar küçük bir pay aldığı
koşullarda; hürriyetin, adaletin ve barışın
gerçekleştirilmesinin imkânsız olduğuna inanan;
Yüzyıllardır kötü muameleye maruz kalan kitleler
için ekmek sorununun bir zihinsel kurtuluş,
özgürlük ve insanlık sorunu olduğuna inanan;
Sosyalizm olmadan özgürlüğün bir ayrıcalık ve
adaletsizlik, özgürlük olmadan da Sosyalizmin
kölelik ve zalimlik olduğuna inanan;
(Barış ve Özgürlük) Birliği, halkın emeğini sermayenin
ve mülk sahiplerinin boyunduruğundan kurtarmayı amaçlayan
köklü bir toplumsal ve iktisadi yeniden inşanın; katı bir
adalet (yani ne hukuki ne de metafiziksel adalet değil, basitçe
insani adalet), pozitif bilim ve en geniş özgürlük
üzerine temellenen bir yeniden inşanın gerekli olduğunu
yüksek sesle ilan eder."
Siyasi İktidarın Yerine Üretici Güçlerin Örgütlenmesi.
Siyasi iktidar olarak isimlendirilen her şeyin, gerek ilkesel olarak
gerekse gerçekte tamamen lağvedilmesi gereklidir;
çünkü siyasi iktidar var olduğu müddetçe
yöneten ve yönetilen, efendi ve köle,
sömürücü ve sömürülen de olacaktır.
Siyasi iktidar lağvedildiğinde bunun yerini üretici
güçlerin ve iktisadi hizmetin örgütlenmesi
almalıdır.
Modern devletlerin muazzam gelişimine –nihai evresinde Devleti
oldukça mantıklı bir şekilde bir saçmalığa indirgeyen bir
gelişmeye– karşın, Devletin ve Devlet ilkesinin günlerinin
artık sayılı olduğu giderek belirginleşiyor. Hem alnının teriyle
geçinen kitlelerin, hem de onların (hükümet
müdahalesinden bağımsız olarak insanların iktisadi birlikleri
aracılığıyla kurulan ve bütün eski Devlet sınırlarıyla ulusal
ayrımları bir kenara iten) özgür toplumsal
örgütlenmelerinin kurtuluşunun giderek yaklaştığını; bu
örgütlenmenin temelinde yalnızca üretken emek
–insanileşmiş emek– olduğunu ve çeşitliliğine rağmen
tek ortak çıkarının olduğunu daha şimdiden görebiliyoruz.
İnsanların Ülküsü.
Bu ülkü elbette insanlara her şeyden önce ihtiyacın sona
ermesi, yoksulluğun sona ermesi ve tüm maddi gereksinimlerin
herkes için hem eşit hem de zorunlu olan kolektif emek
aracılığıyla tümüyle karşılanması; ardından da
tahakkümün sona erip insanların yaşamlarını kendi
ihtiyaçlarına göre özgürce
örgütlemeleri olarak gözükür. Bu
örgütlenme, Devlette gördüğümüz gibi
yukarıdan aşağıya doğru değil, tüm hükümet ve
parlamentoların dışında aşağıdan yukarıya doğru olacak şekilde
insanların kendileri tarafından kurulan bir örgütlenmedir
(tarım ve fabrika işçileri derneklerinin, komünlerin,
bölgelerin, ulusların özgür bir birliği olan;
nihayetinde de gelecekte tüm Devletlerin yıkıntıları üzerinde
zaferle yükselecek insanların evrensel kardeşliğini kucaklayacak
bir örgütlenme).
Özgür Toplumun Programı.
Bir Devlet biçimindeki cumhuriyet sistemi olan Mazzinici
sistemin dışında bir komün olarak, bir federasyon olarak
cumhuriyet, Sosyalist ve hakiki bir halk cumhuriyeti sisteminden, yani
Anarşizm sisteminden başka bir sistem yoktur. Bu sistem, Devletin
lağvedilmesini amaçlayan Toplumsal Devrim siyaseti ve
(federasyon aracılığıyla aşağıdan yukarıya doğru) insanların tamamen
özgür iktisadi örgütlenmesidir.
... Siyasi hükümetin var olması mümkün değildir,
çünkü böyle bir hükümet ortak işlerin
basitçe idare edilmesine dönüştürülecektir.
Programımız birkaç kelimeyle özetlenebilir:
Ezilenler için barış, kurtuluş ve mutluluk.
Ezenlerle ve çapulcularla mücadele.
Her şeyin işçilere iade edilmesi: Tüm sermaye, fabrikalar,
çalışma araçları ve hammaddeler özgür
birliklere, toprak onu elleriyle ekip biçenlere ait olmalı.
Yeryüzündeki tüm insanlar için hürriyet, adalet ve kardeşlik.
Herkese eşitlik.
Hiçbir ayrım yapmaksızın hem herkese bütün gelişme,
eğitim ve yetişme imkânlarının, hem de çalışırken eşit
şekilde yaşama olanağının sağlanması.
İşçi birliklerinin yanı sıra sınai, zirai, bilimsel ve edebi
birliklerin aşağıdan yukarıya doğru özgür bir federasyonu
aracılığıyla toplumun örgütlenmesi –ilk önce
komün olarak, ardından komünlerin bölgeler olarak,
bölgelerin uluslar olarak ve ulusların da uluslararası kardeşlik
birliği olarak federe hâle geldiği bir federasyon.
Devrim Sırasında Doğru Taktikler.
Siyasi devrimin taban tabana zıttı olan toplumsal bir devrimde
bireylerin eylemleri hemen hemen hiçbir ağırlık taşımazken
kitlelerin kendiliğinden eylemi her şey demektir. Bireylerin tek
yapabilecekleri halkın içgüdüsüne karşılık gelen
fikirleri anlaşılır bir dille anlatmak, yaymak ve geliştirmek; ayrıca,
kitlelerin doğal gücünün devrimci şekilde
örgütlenmesine aralıksız çabalarıyla katkıda
bulunmaktır –bunun ötesine geçecek hiçbir şey
yapılmamalıdır; gerisini halk yapılabilir ve yapmalıdır. Başka herhangi
bir yöntem siyasi diktatörlüğe, Devletin ve onunla
birlikte de baskıların, eşitsizlikler, imtiyazlarının yeniden ortaya
çıkmasına (yani halk kitlelerinin siyasi, toplumsal ve iktisadi
köleliğinin yeniden oluşmasına giden yolun dolambaçlı da
olsa mantıksal bir şekilde yeni baştan kat edilmesine) yol açar.
Varlin ve arkadaşları, aynen tüm samimi Sosyalistler ve genel
olarak halkın içinde doğup büyümüş tüm
işçiler gibi, yalıtılmış hâldeki bireylerden gelen
inisiyatiflere karşı, üstün bireylerin uyguladıkları
tahakküme karşı son derece yerinde olan bu önyargıyı
büyük ölçüde paylaşıyorlardı; ancak tutarlı
olmanın dışına çıkarak aynı önyargıyı ve güvensizliği
kendi insanlarına karşı da gösterdiler.
Kararnamelerle Gelen Devrim Başarısızlığa Mahkûmdur.
Otoriter Komünistlerin, Toplumsal Devrimin ancak bir
diktatörlük ya da Kurucu Meclis aracılığıyla karara
bağlanabileceği ve düzenlenebileceği şeklindeki (baştan aşağı
yanlış olduğunu düşündüğüm) fikirlerinin aksine,
dostlarımız Parisli Toplumsal Sosyalistler, devrimin ancak grupların ve
halk birliklerinin kendiliğinden, sürekli kitlesel eylemleriyle
başlatılabileceği ve tam olarak geliştirilebileceği
görüşünü benimsemişlerdi.
Parisli dostlarımız binlerce kez haklıydılar. Çünkü,
bir bütün olarak halkın kolektif iradesini meydana getiren
sonsuz sayıdaki ve çeşitlilikteki gerçek
çıkarların, arzuların, isteklerin ve ihtiyaçların
tamamını kucaklayabilecek kadar büyük (ne kadar
üstün yeteneklerle donanmış olursa olsun) bir akıl; ya da
birkaç yüz üstün yetenekli bireyden oluşan
kolektif bir diktatörlükten bahsediyorsak, bu kadar
büyük bir zekâ bileşimi olamaz; herkesi tatmin edecek
bir toplumsal örgütlenmeyi tasarlayabilecek bir zekâ
yoktur.
Eğer böyle bir örgütlenmeyi sağlamak mümkün
olsaydı, bu ancak (Devlet tarafından az çok onaylanan) şiddetin
talihsiz toplumu baskı altına alacağı bir Procrustes yatağı(
01)
olurdu. Ama zaten Toplumsal Devrim, kitlelere, gruplara,
komünlere, derneklere, hatta bireylere tam bir hürriyet
vererek ve şiddetin tarihsel nedenlerini –yani yıkılması,
yargılama hakkının doğurduğu bütün haksızlıkların ve
çeşitli kültlerden doğan bütün yalanların (ki bu
hak ve kültler, Devletin temsil ettiği, güvence altına aldığı
ve izin verdiği şiddetin ülküsel olduğu kadar gerçekte
de müşfikçe kutsanmasından ibaret olagelmiştir) tahrip
edilmesini gerektirecek Devletin varlığını– ebediyen tahrip
ederek, cebre dayalı bu eski örgütlenme sistemini sona
erdirmelidir.
Ancak Devletin varlığı sona erdiğinde insanlığın
özgürlüğüne kavuşacağı; toplumun, tüm
grupların, tüm yerel örgütlenmelerin ve keza bu
örgütleri oluşturan bireylerin gerçek
çıkarlarının ancak o zaman gerçekten tatmin edileceği
açıktır.
Devletin Lağvedilmesini Takip Edecek Özgür Örgütlenme.
Toplumun gerçek kurtuluşunun ilk ve vazgeçilmez koşulu,
Devletin ve Kilisenin lağvedilmesidir. Toplum, yeniden
örgütlenmesine ancak bundan sonra başlayabilir ve
başlamalıdır; ancak bu, yukarıdan aşağıya doğru bir şekilde,
birkaç bilge kişinin ya da âlimin çizdiği ideal bir
plana göre ve bir çeşit diktatörlük iktidarı ya
da genel oy kuralıyla seçilmiş Ulusal Meclis tarafından
yayınlanmış kararnameler vasıtasıyla yapılmamalıdır. Daha önce de
belirttiğim üzere böyle bir sistem kaçınılmaz olarak
idari bir aristokrasinin, yani halk yığınlarıyla hiçbir ortak
noktası bulunmayan kişilerden müteşekkil bir sınıfın oluşmasına
yol açacaktır; bu sınıfın, ortak refah ya da Devletin selameti
bahanesiyle kitleleri yeniden sömürmeye ve
büyülemeye başlayacağı kesindir.
Özgürlükle Eşitlik El Ele Gitmelidir. İktisadi ve toplumsal eşitliğin
gönülden taraftarıyım, çünkü bu eşitlik
olmadığında özgürlüğün, adaletin, insan onurunun,
ahlağın, ulusların refahı kadar bireylerin refahının da birer yalandan
başka bir şey olmadığını biliyorum. Ancak, aynı zamanda (insanlığın ilk
koşulu olan) özgürlüğün de gönülden bir
taraftarı olarak dünyada eşitliğin, emeğin ve kolektif
mülkiyetin kendiliğinden örgütlenmesiyle; üretici
birliklerinin komünler olarak ve komünler federasyonu olarak
özgürce örgütlenmesiyle (ama Devletin o yüce
koruyucu eylemine asla başvurulmadan) kurulması gerektiğine inanıyorum.
Otoriter ve Liberter Devrim Arasındaki Fark.
Bu fark, Sosyalistleri ya da devrimci kolektivistleri, otoriter
Komünistlerden, yani Devletin mutlak inisiyatifini savunanlardan
ayıran temel noktadır. Her ikisinin de amacı aynıdır: Her iki taraf da
herkes için eşit olan iktisadi koşullarda, yani üretim
aletlerinin kolektif mülkiyet altında olduğu koşullarda, tamamen
kolektif emeğe dayanan yeni bir toplumsal düzenin yaratılmasını
istiyor.
Ama Komünistler bunun, (burjuva radikalizminin desteğini de alan)
işçi sınıfların, özellikle şehir proletaryasının siyasi
gücünün gelişmesi ve örgütlenmesi yoluyla
başarılacağını hayal ediyorlar. Tersine, bütün muğlak
ittifaklara düşman olan devrimci Sosyalistler ise bu ortak amaca,
(doğumları itibariyle yüksek sınıflara mensup olan, ancak kendi
özgür iradeleriyle geçmişlerinden koparak
açıkça proletaryanın saflarına katılan ve onun programını
benimseyenler dahil olmak üzere) kentli ve köylü
çalışan kitlelerin siyasi değil toplumsal (dolayısıyla
anti-siyasi) örgütlenmesiyle ulaşılabileceğine inanıyorlar.
Komünistlerin ve Anarşistlerin Yöntemleri.
Dolayısıyla ortada iki farklı yöntem var. Komünistler,
Devletin siyasi kudretini ele geçirmek için
işçilerin güçlerinin örgütlenmesi
gerektiğine inanıyorlar. Devrimci Sosyalistler ise Devleti yıkmak ya da
daha kibar bir ifadeyle tasfiye etmek için
örgütleniyorlar. Komünistler otorite ilkesinin ve
pratiğinin taraftarlığını yaparken, devrimci Sosyalistler yalnızca
özgürlüğe bel bağlıyorlar. Her iki taraf da batıl
itikadı yok edecek ve imanın yerini alacak bilimi aynı
ölçüde savunuyor; ancak Komünistler bilimi
insanlara zorla dayatmayı isterken, devrimci kolektivistler ise
propaganda sonucu ikna olduklarında, insan toplumunun çeşitli
gruplarının –asla önceden hazırlanan ve az sayıdaki "üstün" aklın cahil kitlelere zorla dayatacağı
bir plana göre değil, insanların doğal eğilimlerine ve
gerçek çıkarlarına uygun olacak şekilde–
örgütlenip kendiliğinden federasyonlarda bir araya gelmesini
sağlamak amacıyla bilimi ve bilgiyi insanlar arasında yaymaya
çalışıyorlar.
Devrimci Sosyalistler, insanlığın yüzünü
güldürmek amacıyla yapılmış ama başarısız olmuş çok
sayıda örnek önlerinde dururken hâlâ aynı
doğrultuda uğraşmaya niyetli insanlığın bütün bu bilgili
doktorlarının ve kendinden menkul öğretmenlerinin bilge
zihinleriyle karşılaştırıldığında, halk yığınlarının
içgüdüsel özlemlerinde ve gerçek
ihtiyaçlarında kat kat daha fazla pratik mantık ve zekâ
olduğuna inanıyorlar. Devrimci Sosyalistler insanlığın uzunca bir
süre, oldukça uzun bir süre yönetilmeye izin
verdiğine ve bedbahtlıklarının kaynağının şu ya da bu hükümet
biçimine değil, hükümet ilkesine ve nasıl bir mizacı
olursa olsun bizzat hükümetin varlığına dayandığına
inanıyorlar.
Alman okulu tarafından geliştirilen, Amerikalı ve İngiliz
Sosyalistlerinin kısmen kabul ettikleri bilimsel Komünizm ile
ayrıntılı olarak geliştirilen ve nihai sonuçlarına vardırılan,
Latin ülkelerinin proletaryası tarafından kabul edilen
Proudhonculuk arasındaki görüş ayrılığı buradan kaynaklanır
ve bu ayrılık artık tarihe mal olmuştur. Devrimci Sosyalizm kendisini
uygulamada ilk defa Paris Komünü ile parlak bir şekilde
göstermiştir.
Alman taraftarı bir afişte şöyle yazıyor:
Bedeli ne olursa olsun Devletin muhafaza edilmesi ve güçlendirilmesi.
Bizim afişimizde, toplumsal-devrimci afişte ise tersine kan kırmızısı
harflerle şunlar yazılıdır: Tüm Devletlerin yıkılması; burjuva
uygarlığının imha edilmesi; özgür birlikler aracılığıyla
aşağıdan yukarıya doğru özgürce ve kendiliğinden
örgütlenme; alnının teriyle geçinenlerden oluşan,
dizginlenemez ayaktakımının ve kurtuluşunu ilan etmiş bütün
insanların örgütlenmesi; her yerde yeni bir beşeri
dünyanın yaratılması.
Bu yeni örgütlenmeyi yaratmadan, daha doğrusu insanların bu
örgütlenmeyi yaratmasına yardımcı olmadan önce zaferin
kazanılması gereklidir. Olması gerekeni kurabilmek için olanı
yıkmalı...
Dipnot:
1 Procrustean bed (Procrustes yatağı): Yunan mitolojisinde Damastes ya
da Polymenon olarak da adlandırılan Procustes (geren) Atticalı bir
hayduttur. Yoldan geçenleri Eleusis'in eteklerindeki kalesine davet
eder ve onları demirden yatağına yatırır. Eğer misafiri uzunda yatağa
sığacak şekilde boyunu kısaltır, kısaysa çekerek uzatır. Hiç kimsenin
boyu yatağa tam gelmez, çünkü gizli bir mekanizmayla yatağın boyu
ayarlanabilmektedir. Procrustes yatağı mecazi anlamda uyulması zorunlu
olan rastgele standartlara gönderme yapar.
Çeviri: AnarşistBakış
Kaynak: "Stateless Socialism: Anarchism".
Anarşist
Yazın Ana Sayfa --->