Kadın Hastalıkları ve Doğum
Ankara
Op.Dr.Orhan Aksakal
Amaç:
Jinekoloji pratiğinde somatoform bozukluğun önemine işaret etmek ve çözüm
önerisi sunmak.
Açıklama: Çoğu klinisyenlerimizin gözlemlediği gibi ;
muayene bulgularının başvuru semptomunu
tam açıklamadığı büyük bir hasta gurubu vardır . Bu hasta gurubu klinisyeni çok fazla meşgul etmekte , tam
teşhis konamamakta , hasta tekrar
tekrar gelmekte, klinisyen "acaba önemli bir şeyi mi atlıyorum"
düşüncesiyle fazla sayıda tetkik yapmakta , bir şey bulamadığında hastayı başka
disiplinlere sevketmekte veya verdiği ilaç etkili olmadığı için hasta kısa süre
sonra karşısına tekrar geldiğinde bunalmakta ve çaresiz kalmaktadır ( doktorun
tükenmişliği ).
Bu yazı, jinekolog açısından
sorunu çeşitli yönleriyle ortaya koyup çözüm önerileri sunmaya çalışmaktadır.
Anahtar kelimeler:
Somatoform bozukluk, jinekolojik uygulamalar,
çözüm önerileri.
SOMATISATION FROM THE POINT OF VIEW OF A
GYNECOLOGIST'S
SUMMARY
Objective: To
present the importance of somatoform disorders in gynecologic practice and to
suggest some solutions.
Comment: As
many gynecologic practitioners observed, there is a big portion of patients in
which the findings of the gynecologic examination does not correlate with the
presenting symptom. This group of patients take up very much time of the
practitioner. The clinician, lest overlooking an important disorder, orders
lots of laboratory analyses and wants the help of other medical disciplines.
Despite this efforts, generally the definite organic diagnosis could not be
established . And the practitioner feels him(her)self inadequate against the problem ( exhaustion ) .
This paper aims both to present the gynecologic dimension of the problem
and to suggest some solutions.
Key words: Somatoform
disorder , gynecologic practice , suggestion of solution.
Bu yazının yazılma gerekliliğine işaret eden
çalışma (1) somatoform bozuklukların ülkemizdeki durumu hakkında önemli
ipuçları vermekte ve çoğu klinisyenlerimizin günlük hayattaki gözlem ve
deneyimlerini teyid etmektedir. Bir büyük eğitim hastanesinde asistanlar
arasında yapılan sözel bir araştırmanın sonuçları da bu çalışmayı
desteklemektedir (yayınlanmamış bilgi).
Çoğu klinisyenlerimizin gözlemlediği gibi muayene bulgularının başvuru
semptomunu tam açıklamadığı büyük bir hasta gurubu vardır (2). Bu hasta gurubu
klinisyeni çok fazla meşgul etmekte , tam teşhis konamamakta , hasta tekrar
tekrar gelmekte , klinisyen "acaba önemli bir şeyi mi atlıyorum"
düşüncesiyle fazla sayıda tetkik yapmakta , bir şey bulamadığında hastayı başka
disiplinlere sevketmekte veya verdiği ilaç etkili olmadığı için hasta kısa süre
sonra karşısına tekrar geldiğinde bunalmakta ve çaresiz kalmaktadır. Veya aynı
hasta doktor değiştirmektedir . Bu durumda önceki klinisyen aynı hastayı bir
daha görmediği için mutlu bile olmaktadır (doktorun aynı hasta ile ilgili
tükenmişliği) . Böylesi klinik prezentasyonlara doktorlarımızın ezici çoğunluğu
hazır değildir . Çünkü vücutta bir bozukluk olmadan’ ben hastayım’ düşüncesiyle
başvuran ( psikosomatik hastalıklar , somatoform bozukluklar , somatizasyon )
veya başvuru şikayeti doku veya organdakı bozukluğu açıklamaktan çok uzak olan
çok büyük bir hasta gurubuna karşı
uygun yaklaşım metodolojisi maalesef tıp eğitimi sırasında gerektiği
gibi öğretilmemektedir.
Bunun sebeplerini şöyle irdeleyebiliriz :
tıp eğitimimiz genellikle dış ( özellikle Amerika ) kaynaklı kitaplara
dayalıdır. Bu kitaplar içerik zenginlikleri, konuları ele alışlarındaki
tutarlılık ve sağlamcı yaklaşımlarıyla büyük güven sağlamışlardır ( örneğin
dahiliye konusunda Harrison veya Cecil , cerrahi konusunda Schwartz ,
kadın-doğum konusunda Novak , Sciarra,
Te Linde vs , veya her branş için mevcut olan Current serisi textbooklar
). Bu kitaplarda organik semptom ve
belirtiler sistematik ve araştırma sonuçlarına dayanılarak işlenmekte, ancak bu
ana kitaplarda hasta psikolojisinin ancak belli başlı öğelerinden
bahsedilebilmektedir . Bu kitaplar evrensel olma iddiası ve üretildikleri
ülkelerin sağlık sigorta
sistemlerinin baskısından dolayı rakamsal
olarak kolayca ifade edilemeyecek şeyleri içermekte çekimser davranmaktadırlar.
İçerdikleri bilgiler yalın , sağlam ve rakamlarla teyid edilmiş bilgiler
olmalıdır . Aynı sebepten dolayı rakamlarla ifadesi çok güç olan halet-i ruhiye
( doktorun karşısına bir beynin kumandasında bacaklar tarafından yürünerek
getirilen organı getiren ruh hali ,
korkular , beklentiler , eşlik eden depresyon (3) da bu kitaplarda yeterince ifade bulmamaktadır . Referans
kitapların tıp hayatımızdaki yerini gözden geçirdiğimizde bu kitapların bizi
yönlendirmedeki esas rollerini irdelememiz gerektiği ortaya çıkmaktadır : Bu
değerli kaynak kitaplar bu bakış açısından incelendiğinde birçoğumuz şu gerçeği
farkedecektir : bu kitapların sunduğu hasta tipi şudur : size hasta olarak başvuran bir insanın
başvuru semptomunun bir doku veya organ veya sistem bozulmasına bağlı olduğu
öngörülür. Semptomun şiddeti bozulmayla doğru orantılıdır ve her türlü semptom mutlaka ayırıcı tanıları
dahil incelenmelidir . Bu değerli
kitaplar her hangi bir organ veya organ sistemindeki anormal durumu çok iyi
incelemekte, ama pratikte yaşayan tıp (örneğin Çankırı'da yaşayan çiftçi Ahmet
bey'in sıkıntıdan ortaya çıkan başağrısı veya Endonezya'daki işadamının
herhangi bir yöresel sorunundan ortaya çıkan psikolojik belirtisi vb...)
konusunda ayrıntıya girmemektedirler. Halbuki bir ırkın hastalık kabul ettiği
bir durumu diğer bir ırk normal karşılayabilmektedir. "Ben hastayım"
düşüncesinin dayanakları geniş tabanlıdır ve yörelere göre değişir. Evrensel
bir kitabın yöresel hastalıkları içermesi beklenemeyeceği gibi somatizasyon
gibi rakama kolay dökülemeyen bir konuda ayrıntıya girmesi de beklenmemelidir .
Öyleyse bir evrensel kitabı baz alarak herhangi
bir yerde tıp uyguladığınızda hata yapmanız kaçınılmazdır, yani evrensel kabul
görmüş gerçekler gözönünde tutulmak kaydıyla, her yörenin kendine has bir tıp
uygulaması ve hasta yaklaşımı olmalıdır .
Ayrıca
Türk insanının sağlık konusunda kitaplara
uymayan birçok özelliğinin yanısıra belki de en önemli olarak ;
sorunlarını direkt diyalogla değil dolaylı anlatma ( vücut dili ) yolunu
çok
sık kullanan ( bir şikayeti varsa başı ağırır ve yakın çevresi kendisinin bir
şikayeti olduğunu böylece anlar vs.)
bir tarzı vardır . İnsanımızın sorunlarını anlatmadaki bu tarzı sosyo ekonomik
ve kültürel seviye ile ilişkilidir (4). Bu
tarz, kronik pelvik ağrı şeklinde kadın-doğum pratiğinde sıkça karşımıza
gelmektedir (5).
Türkiye'de kadın-doğum doktorluğu
yapmakta olan meslekdaşlarımız için ek sorunlar vardır , şöyle ki ; kadınımız
ezici çoğunluğuyla ( taşra bölgeleri ve kent varoşları ) şimdiki tıp eğitim
sisteminin hiç bahsetmediği veya üstünde durmadığı dinamiklerle yaşamaktadır.
Şöyle ki ; ülkemizde yer yer kadınlar
bir mal gibi değiştirilmekte, kendi
kaderi üzerinde söz hakkı verilmemektedir . Ama aynı zamanda
kendisinden birçok şey beklenmektedir .
Örneğin kendisinden doğurma görevi beklenmektedir ama erkek çocuk
doğuramazsa yine durumu sarsılmaktadır,
erkeğine kadınlık ve evi
çekip çevirme görevleri de vazgeçilmez olarak kendisinindir. Yani o, bir
"uterus ", bir "vajen ", çamaşır - bulaşık yıkayan, yemek pişiren "el" ‘ dir . Ancak ,
"beyni" vardır ve düşünebilip - hissedebilmektedir . Zaten çok az
beklentili olacak şekilde
yetiştirilmesine rağmen o da karşılanmadığı için (en azından biraz takdir
edilme ve hakkının biraz teslimini beklemektedir ) hayal kırıklıkları
yaşayabilmektedir. Ama maalesef, 4-5
kişilik iş yapmasına rağmen yine de en
küçük hatada fatura kendisine
kesilmektedir . İnsanın en önemli
zevklerinden olduğu söylenen cinsellik
konusunda bir talebi olması çok
"ayıp"tır ve böyle bir
talebi çoğunlukla hoş karşılanmaz. Bu konuda da kocanın istekleri ön plandadır. Kocasının cinsellik
istediği anda kendisinin bunu
hiç arzu etmemesi önemli değildir. Ya itaat edecektir ya da kavga çıkacaktır. Bu şartlarda oluşan bir cinsellik kendisi için zaten tam bir eziyettir. Çünkü
kendisinin tatmin sağlayıp sağlamadığı
da koca tarafından çoğu zaman önemsenmemektedir. Onun "okumak"
gibi çok masumane bir isteği de
karşılanmamıştır. Çünkü onun okuması demek kontrolden çıkması ve kendi ekonomik
bağımsızlığını kazanması demektir. Bu durumda kocasına ukalalık yapabilir.
Aslında “Okumaması daha iyidir”!! . O, evden
dışarı adım atar atmaz "namusun korunması" düşüncesiyle devreye giren ve adına "toplum kuralı" denen kurallar bütünüyle
iyice kısıtlanmış durumdadır (erkek arkadaşı
olamaz, belli bir saatte, eve dönmüş
olmalıdır, sağa baksa ayıptır,
sola baksa ayıptır vb. ) ekonomik bağımsızlık arama çabaları da engellenerek
iyice erkeğe bağımlılık sağlanmıştır, hiçbir çıkış noktası
bırakılmamıştır ( bu satırlar yorumlanırken Türk insanının ezici çoğunluğunun
yaşadığı taşra kentleri ve yerleşim birimleriyle, büyük kent
"varoşları" gözönünde tutulmalıdır
). Bir insan düşününüz ki, bu
senaryo içinde yıllarını
geçirmekte ve birçok olumsuzluğu
algılayıp hissetmektedir, yaşadıklarından dolayı birçok şikayeti olsa da "şikayet etmesi"
yasaktır. O zaman belirtileri
hipertansiyon , başağrısı, uyuşma, karıncalanma, halsizlik, çarpıntı,
vb'den bayılmalara dek giden bir
spektrum içinde çeşitli psikolojik yan
etkiler ortaya çıkabilecektir (6).
Çünkü bu insanın bir beyni
olduğu, düşünebildiği, hissettiği unutulmuştur. Yani kadınımızda
somatizasyon zemini hazırdır . Ama doktoru buna hiç hazır değildir .
Halazırdaki sistemi çok iyi
uyguladığı bilinen fakültelerin başarısına yakından bakıldığında; bol tetkike
dayalı sistem, hastayla çok zaman geçirilmesini, ona harcama yapılmasını
gerektirdiği için onun "önemsendiği"( çoğu insan için "önemsenmek" çok tatmin edicidir ; onun şikayetleri hafife alınmamış, aksine
"kendisinin de anlam veremediği" kadar ciddiyetle üzerine eğilinmiş
ve kendisi "insan" yerine konmuştur ) hissini hastaya ve yakın çevresine verdirmektedir. Sonuçta
konulan teşhis ve tedavinin doğruluğu ve etkinliği bariz klinik durumlar
dışında tartışmalıdır( kalp yetmezlığı ,siroz vb) . Tabii ki bu agressif
yaklaşım yeni tür somatoform bozukluklar ortaya çıkarabilmektedir ( tetkiklerin
yapılması ve bunların yorumlanması sürecinde vücut üzerinde yeni uğraşı
alanları ortaya çıkabilmektedir ) .
Bu
sistemde doktor, ilk basamakta çözebileceğı bir depresyon vakasını hiç
kurcalamayıp , ya şikayetlere yönelik ilaçlar vermekte (bu esas sorunu çözmemekte)
ya da psikoloji veya psikiyatri konsültasyonu istemektedir. Bu da Türkiye
gerçeklerine uymamaktadır. Çünkü ülkemizde ( maalesef !) psikiyatri ve
psikoloji branşlarına ürküntü ile bakılmaktadır ve şu ana sebeplerden dolayı
psikiyatra gidilmemektedir : 1-Psikiyatriste
gidilmesi halinde bunu duyacak olan kişilerin yapacağı "deli",
"akıl hastası" gibi yorumların korkusu. 2-Belki de daha önemli olarak şu sebepten (özellikle her yönden
kocasına bağımlı kadın hastalar için geçerli) ; eğer kendisini doktora getiren
semptom çok önemli bir ruhsal birikimin neticesinde oluşmuş ise ve bunu ancak
psikiyatristin çözeceği ( toplumumuzda psikiyatrik sorunlara gereken önem
verilmemektedir ) söylenirse konu hafife alınmış olacak ve çevresi tarafından
ayıplanacaktır ( "bizi bunun için mi doktor kapılarına düşürdün" gibi
tacizlerle karşılaşabilecektir ) ve beklenenin tersine içindeki birikimi ifade
etmenin ya daha değişik bir yolunu bulacak yani başka bir semptomatoloji
oluşacak ya da ilk semptom çok daha şiddetle ifade edilecektir. Halbuki onun
belki de sadece "anlaşılmaya" ihtiyacı vardır.
Yani uygulanmakta olan sistem
"doku" yani organ ile ilgilenmekte, ruhsal durumu irdelemekten
kaçınmakta, dokuyu size "ben
hastayım" düşüncesiyle getiren halet-i ruhiyeyi dikkate almaya
çekinmektedir. Halbuki dokuda hiçbir bozukluk olmadan doktor karşısına gelen
büyük bir grup hasta ( psikosomatik hastalıklar ve somatoform bozukluklar grubu
) uygulanan sistemden hiçbir yarar görememekte ve aksine sistemin bol tetkike
dayalı , vücut üzerinde girişimci yapısından dolayı ortaya yeni psikolojik
sorunlar ( hastalık hastalığı ) çıkarabilmektedir . Bu grup hasta tatmin
bulamadığı için sık sık doktor değiştirmekte, çok gürültülü semptom veya
semptom kümeleri üretebilmekte, doktor ve hastane meşguliyeti yaratmakta, bu
tip hastalara fazlaca tetkik yapıldığı için maddi kayıplara da yol açmaktadır (
bazı araştırmalara göre sebep olunan harcama semptom-doku uyumu olan hastalık
durumlarına göre 5 ila 10 kat arasında değişmektedir).
Bizim doktorumuzun başarısız kaldığı
sayısız durumlardan birkaçı ( yazarın deneyimleri )
Örnek 1 : 66
yaşında kadın hasta sağ üst kadran karın ağrısı ile başvuruyor. Normal ağrı
sorgulaması yapılıyor. Hayatı boyunca köyünde zaman mefhumu olmadan yaşamış
ninemiz ağrının "geçen yıl ekim ayının 14"ünde başladığını
hatırlıyor. Tabii ki ağrıyla ilgili normal sorgulamanızı yapıyorsunuz ve
çeşitli cevaplar alıyorsunuz. Bir yıl boyunca değişik doktorlara gidildiğini ve
çok çeşitli ilaçlar kullanıldığını öğreniyorsunuz. Çantadan kabarık reçeteler
çıkıyor. Anamnezi samimi bir şekilde
derinleştirdiğinizde ( ki o zaten bunu birisine anlatmak için çoktan hazırdır
) onun ailesine, tam o günde namuslarıyla
ilgili bir iftira atıldığını öğreniyorsunuz ( = vücut dili kullanımı, sıkıntıyı
dolaylı anlatma ... ).
Örnek
2: 40 yaşında 5 çocuklu ev hanımı yıllardır alt
karın ağrısı var. Usulüne uygun
yaptığınız muayenede hiçbir
şey bulamadınız ama halâ şiddetli
ağrım var diyor. Hatta bazen kıvranıyor. Anamnez derinleştiğinde eşinin hergün alkollü olduğunu, bu haliyle kendisi istemese de
cinsel ilişkide bulunmak istediğini öğreniyorsunuz. "sana 1 ay ilişki
yasağı raporu veriyorum"
diyorsunuz, bir yazılı rapor
düzenliyorsunuz ve hemen yüzü gülmeye
başlıyor (vücut dili kullanımı).
Örnek
3: 22 yaşında erkek hasta: şiddetli başağrısı. Anamnezde; yeni evli, eşinin önceki nişanlılığını öğreniyor,
eşine ve kendine kızgın ama bunu ifade
edemiyor (vücut dili kullanımı).
Örnek
4: 34 yaşında 4 doğum yapmış hasta, "
içinin titremesi" şikayetiyle
başvuruyor. Tabii ki muayenede
bir şey bulunamıyor, ilk müdahale eden doktor tarafından çeşitli tetkikler öneriliyor ama anamnez
derinleştirildiğinde kocanın kendisini çok yakın zamanda aldattığı
ortaya çıkıyor vb..
Örnek
5: 29 yaşında
4 çocuklu kadın hasta ... Şiddetli pelvik ağrı ile başvuruyor. Muayene
yapılırken sorulmadığı halde kendisi 4 yıl önce “çocuk aldırdığını” söylüyor.
Daha sonra alınmaya başlanan anamnezde ağrılarının bu olaydan sonra başladığını
net olarak söylüyor. Hatta çocuk alınma işleminin 4 yıl önce tam bu aylarda
olduğunu söylüyor. Anamnez derinleştiğinde aynı hastanın 4 yıldır yılın aynı
döneminde hastaneye yatırılmasını gerektirecek şiddette alt karın-pelvis
ağrıları krizleri yaşadığı, bir keresinde laparoskopi yapıldığı, verilen
ilaçların kısa sürede etkisini kaybettiği, her yılın aynı dönemlerinde olan
hastaneye yatma olaylarının dışında bir çok defalar pelvik ağrı sebebiyle
doktora gidip ilaçlar kullanmak zorunda kaldığı ortaya çıkıyor. Hastanın son
yatışındaki gürültülü tablosu sırasında tüm akut faz reaktanları normal
seviyede bulunuyor.
Bu
örneklerdeki hastaların oranı tüm hastalar içinde %10 ile %30 arasındadır ( bu oran ilk bakışta az gibi görünüp
tersten bakarak %70 ila 90 hastaya yeterli olunduğu sonucu çıkarılabilir ama
zaten bu %70-90 lık hasta gurubu teşhiste hiç sorun çıkarmamaktadır ) ancak bu oranın çok ötesinde doktor
meşguliyeti ve tetkik harcamasına sebep
olmaktadırlar (1. örnektekı ninemiz
1 yıl içinde 7 kez, 2. örneğimiz kendi
ifadesine göre tahminen 2 ayda bir
doktora gitmiş , 3. örnek hergün iki
kez bu titreme nöbetini geçirdiği için
3'ü acil servise "kaldırılmak" şeklinde olmak üzere toplam 6 kez doktor karşısına çıktığını ifade etmiştir) . Bu
hastalık gurubu , çevresinde oluşturduğu rahatsızlık ve teşhisteki
çaresizlikten dolayı (çünkü tablo herhangi bir hastalık tablosuna tam olarak oturamamaktadır ve teşhis için multipl
sistem araştırması yapılmak zorunda
kalınmaktadır) "şunu da
isteyelim" diyerek istenen gereksiz tetkikler
açısından oranının çok ötesinde maddi tahribat yapmaktadır. Halbuki bu insanlar muhtemelen sadece
"anlaşılmak ve onaylanmak"
istemektedirler.
-----------------------------
Yazının
bundan önceki bölümünde şimdiki sistem içinde yetişen doktorun somatoform
bozukluklarda karşılaştığı zorlukların kaynaklarından bahsedildi . Bu durumun
düzeltilmesi ancak bir sorun olarak algılanmasıyla başlatılabilir. Bunu
başlatacak olan insanlar öğretim üyeleridir . Bütün dengelerini şimdiki sistem
içinde kurmuş ve bir yaşam düzeyi tutturmuş öğretim üyelerinin böylesine zor
bir konuda kısa zamanda değişmeleri beklenmemelidir . Bu insanlara çok sağlam mesajlar verilerek şimdiki sistem (=
hastaya matematiksel , doku ve organsal yaklaşan sistem ) zayıflatılmalıdır .
Beri yandan bu hastalara yaklaşımda kolaylık sağlayacak bir metodoloji
sunulmalıdır .
Oluşturulacak yeni doktor,
psikiyatristin bazı işlevlerini yapabilmeli,
Türk insanı gibi, kendini konuşarak değil , "vücut dili"yle anlatan
bir insanın vücut dilini
anlamayı bilmelidir. Bu yeni doktor çok
fazla doktor meşguliyeti yaratan ve büyük tetkik masraflarına yol açan
birçok somatoform bozukluk vakasını
herhangi bir tonsillit vakası gibi, ilk basamakta kontrol altına alınıp, denetlenebilir duruma getirebilmelidir.
Bunun için doktorlarımızın öncelikle
doku veya organda bir bozukluk olmadan da "hastalık" oluşabileceğini
kabul etmeleri, doktor olarak bu sorunları çözmenin de kendi işleri olduğunu,
çünkü uygun yaklaşımla kendileri çözemediğinde konunun bilimsel tıp dışındaki alanlara intikal ettiğini (
hocalar,analar,türbeler,dedeler vs.)
çok iyi bilmeleri gerekmektedir.
Fakülteye fen ve matematik puanlarla
girmiş olan ve sayısal eşitliklere alışarak yetişmiş olan doktorlarımızdan
sayıya dökülmesi çok zor olan somatoform bozukluklara kolayca yaklaşmalarını
beklemek yanlış olabilir. Fakat meslekdaşlarımızın da bildiği gibi somatoform bozukluklar diye başlıbaşına bir konu
bilimsel literatürde yer almaktadır (7). Yani somatoform bozukluklara
yaklaşmak ta bilimsel olabilir .
İlk anda bu konunun çok soyutmuş
gibi geldiğini kabul ediyoruz . Ancak bu hastalar mevcuttur, her an karşımıza
çıkabilir ve zeka olarak ileri düzeyde olan doktorlarımız bu sorunlarla
uğraşmaktan kaçmak yerine üzerine gitmelidirler.
En büyük sorunlardan biri
matematiksel düşünmeye alışmış olan doktorlarımıza bu hastalıklara alışık
oldukları düşünce tarzlarına uygun sistematik bir yaklaşımın sunulmamış
olmasıdır .
"Psikoloji" sözcüğü
meslekdaşlarımızda genellikle gizemli, ve uğraşmaktansa başından göndermeyi
telkin ettiren durumları çağrıştırır. Bu konulara yaklaşmakta bir tedirginlik
vardır . Çünkü doktorumuza tetkiklerin
rakamsal sonuçlarına dayalı bir hasta yaklaşımı öğrettirilmiş ve
benimsettirilmiştir. Psikoloji gibi elle tutulup rakamsal kıyaslamalara
sokulamayan bir konuda doktorumuz kendini savunmasız ve çaresiz hissetmektedir.
------------------------
Şimdi
doktorlarımızın bu gurup hastaya yaklaşımları hakkında biraz bilgi vermeye
çalışalım:
Genellikle hastanın başvuru
semptomunu açıklayacak organik bir bulgu saptanamadığında doktor hastasına ya
"bir şeyin yok" deyip göndermekte ya "psikolojik " demekte
ve ek birşey önermemekte veya psikiyatri konsültasyonu istemektedir. Birinci
yaklaşım eksiktir ve hastanın beklentisini çözmemektedir. İkinci yaklaşım da eksiktir çünkü yine bir
çözüm sunmamıştır ve aksine bazen ters tepki verdirir. Üçüncü yaklaşım günün
evrensel bilimsel yaklaşımına uygundur ama pratikte hasta tarafından tam olarak
uygulanmamaktadır ( bunun sebeplerinden daha önce bahsedilmişti ) .
Çözüm
önerileri : psikiyatri dışı branşlara başvurup somatoform bozukluk ön
tanısı alan hastaların psikiyatri bölümüne sevki kolaylaştırılmalıdır .
Hastalarımızın psikiyatri bölümlerine bakışı incelenip gerekli tedbirler
alınmalı, aksi halde hastayı psikiyatri bölümüne göndermeyip ilk basamakta
basit somatoform bozuklukları çözen diğer branş doktorları yetiştirilmelidir .
Böyle
bir doktor nasıl oluşturulacaktır :
Bu
süreç 4 aşamada gerçekleşebilir :
1- Doktor öncelikle kendi insanını
tanımalıdır . Bunun için önce Türk insanı ana hatlarıyla tanımlanmalıdır .
Burada en önemli nokta tabii ki Türk insanının sağlığa bakışı , neyi hastalık olarak kabul ettiği ,
vücudunda oluşan değişmelere tepkisi , doktordan beklentileri , tedavi uyumu ve
tedaviyi uygulamaya nasıl motive edileceği gibi konulardır .
2- Somatoform bozukluk olasılığını
anlama eğitimi yapılmalıdır
3- Somatoform bozukluktan
şüphelenildiğinde bunun kesinleştirilmesi için neler yapılabileceğinin eğitimi
verilmelidir
4- Teşhis kesinleştiğinde neler
yapılacağı öğretilmelidir .
2,
3 ve 4. Aşamalar kesinlikle psikiyatristlerin önerdiği, insanımıza göre adapte
edilmiş programlar çerçevesinde ve bu konuda uzmanlaşmış psikiyatristlerin
denetim ve gözetiminde olmalıdır .
REFERANSLAR:
1- ÇERMİK,
Ö. UZMANLIK BİTİRME TEZİ (1993)
2- Lipowski,Z.J.
Somatisation:the concept and its clinical application. Am. J. Psychiatry,
145(11) : 1358-1368, 1988 )
3- Lipowski,
Z.J. Somatisation and Depression. Psychosomatics 31: 13-21, 1990) )
4- Kirmager,
L.J. Culture, affect and somatisation. Transcultural Psychiatric Research
Review 21: 159-188, 1984 )
5- Rosenthal,
R.H. Psychology of Chronic pelvic pain. Obstetrics and gynecology clinics of
North America 1993; 20: 627-642).
6- Çevik
A., Aysev A., Bogenç A. : Polikliniğe başvuran hastalarda somatoform
bozuklukların değerlendirilmesi. XXIV. Ulusal Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler
Kongresi (Serbest Bildiri), GATA, Ankara, 1988 )
7- World
Health Organisation: the ICD-10 Classification of Mental and Behavioral
Disorders. Oxford University Press, World Health Organisation, 1992
Ana
sayfaya dönmek için www.geocities.com/sinandoganturk/kadindogum1.html
17/06/2001
Ankara