EMMA GOLDMAN: KADINLARIN SESİ Mİ?
Donna Farmer
1994
"Hürriyet ana, asil ruhlu
bir dürüstlükle kuşanmış, her birimizin
özgürlüğünün herkesin
özgürlüğünden kaynaklandığını kavramış olanları
cömert bir sevgiyle okşar"
Emma Goldman'dan Cronaca Sovversica'ya, 1 Haziran 1903
GİRİŞ
Emma Goldman, anarşizmi, "insanın yaptığı yasaların sınırlamadığı
bir hürriyete dayanan yeni bir toplumsal düzenin felsefesi;
tüm hükümet biçimlerinin şiddete dayandığını,
dolayısıyla da gereksiz olmalarının yanı sıra yanlış ve zararlı
olduklarını savunan bir teori" olarak tanımlar.[
01]
Goldman'ın bakışı toplumsal devrimin yanı sıra cinsel ve kişisel
özgürlük fikrini de kucaklıyordu, ancak esasen (tüm
yaşamını bu ülküye vakfetmiş) bir anarşist olmasından
ötürü Goldman'ın feminizmi[
02]
gerek kendi zamanında gerekse günümüzde pek dikkate
alınmamıştır. Kadınlara oy kullanma hakkı verilmesi kampanyasına
ciddiye almayarak reddetmesi ve birçok feminist reformcuya esin
kaynağı olan toplumsal saflık doktrinlerine şiddetle muhalefet etmesi,
gerek kendisinin feminist yaftasını reddetmesine, gerekse pek
çok feministin onu "kadın
özgürlüğünün düşmanı" ve "erkeğin kadını" olarak suçlamasına yol
açmıştır. Bu çalışmada, onun kadınlara söyleyecek
değerli bir şeyi olduğu, kendi tarzında bir feminist olmakla kalmayıp
döneminin en radikal feministlerinden birisi olduğu
göstermeye çalışılacaktır.
Goldman'ın sistemli bir teorisyenden çok bir eylemci olması,
fikirleriyle ilgili tartışmalarda sorun teşkil eder: Yine de onun
belirli fikirlerinin olduğunu göstermeye çalıştım.
Fikirlerinin nasıl geliştiğini açıklayabilmek için bu
fikirlerin şekillendiği bağlamı tartışmaya biraz zaman ayırmak
gerektiğini düşünüyorum. Yukarıda bahsedilen nedenin
yanı sıra diğer feministlerden farklı olarak Goldman'ın
kadınların eşitliği için verdiği kavganın, herkesin eşitliği
için verdiği kavgaya göre ikinci sırada gelmesi, bu
bağlamın tartışılmasını gerektiren diğer bir nedendir.
Bu çalışmanın ilk kısmında, Goldman'ın bilincini
şekillendiren ve onu bir asi hâline getiren ilk etkileri
tartışacağız; yaşadığı toplumlardaki (Rusya ve ABD) düşünsel
ortam ve işçilerin bu toplumlardaki (çok güçlü tepki verdiği) yaşam koşulları tartışılıyor. İkinci
kısımda, ABD'deki kadınların koşulları ele alınıyor: Yaşadıkları
sorunlar, feministlerin tepkileri, Emma Goldman'ın durumu nasıl
gördüğü ve sunduğu cevaplar.
RUSYA GEÇMİŞİ
Emma Goldman, 29 Haziran 1869'da Rusya'nın Kovno ilinde
Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Anılarında,[
03]
çevresindeki toplumda, ne yapacağı kestirilemeyen bir otoritenin
ahlaki değerleri yıpratan etkilerini nasıl
gördüğünü anlatır: Eşler ve çocuklar
dövülür, köylüler kırbaçlanır,
Yahudiler toplumun dışına itilir, kurallar görevlilerin arzularına
göre belirlenir ve ihlal edilir. Aile yaşantısı da kaçıp
sığınabileceği bir yer değildir; "çocukluğumun
karabasanı"[
04] dediği zorba babasının sık
sık hışmına maruz kalması, başından itibaren gelişiminin "büyük ölçüde isyan
hâlinde"[
05] olmasını sağlar.
Aile, 1882'de St. Petersburg'a taşınır. Bir yıl bile
geçmemiştir ki şöyle der: "Bu olay, varlığımı ve
yaşamımın tüm seyrini değiştirdi".[
06]
Bu dönem, uzun süredir Çarlık otokrasisini hedef alan
radikal faaliyetlerin Çar II. Alexander'ın suikastla
öldürülmesiyle doruğa çıkmasını takip eden
yıllardı. Çar,
halkçılık [
popülizm]
olarak bilinen sosyalist hareketin bir parçası olan
terörist "Narodnaya Volya" (Halkın İradesi)
örgütünün üyeleri tarafından
öldürülmüştü. Halkçılık ilk olarak 1848
Avrupa devrimlerine tepki olarak ortaya çıkmış, bir yandan
Rusya'nın gelişen sanayileşme hamlesiyle genişleyen aydınlar
zümresi [
entelijensiya]
arasındaki çelişkilerin artması, öte yandan ise kitlelerin
aşırı yoksulluğu sonucu kuvvet kazanmıştı. Rusya'da tüm
zenginlik ve güç, cahil bırakılmış, yoksullaştırılmış
köylülerden oluşan ve sömürülen halkın
sırtından yaşamını sürdüren küçük bir toprak
sahibi soylular sınıfının [
landed gentry]
elinde toplanmıştı. Mutlak iktidarı güçlü bir gizli
polis, devasa bir bürokrasi ve Rus Ortodoks kilisesi tarafından
desteklenen Çar, bu sefalet imparatorluğuna başkanlık ediyordu.
Etraflarındaki yoksullukla adaletsizliğe karşı şiddetli tepki duyan
(Batı Avrupa'nın radikal düşüncesinden beslenen)
Alexander Herzen ve Nikolai Chernyshevski gibi aydınlar, Rusya'ya
özgü bir sosyalizm biçimi geliştirmeye başladılar. Rus
köylülerinin özünde sosyalist olduklarına inanıyor,
ancak köleleştirici kurumların yıkılması durumunda Rusya'nın
sosyalizme doğru yürüyüşünde kapitalizmin devre
dışı bırakılabileceğini savunuyorlardı. Talep ettikleri şey ademi
merkezi bir tarım sosyalizmiydi. Bu toplum, toprakların, fabrikaların
ve atölyelerin kolektif [
ortaklaşa] mülkiyet altında olacağı;
özerk ve kendi kendini yöneten geleneksel köylü
komünü etrafında örgütlenecekti. Aynı zamanda
yaygın eğitim ve genel oy hakkı; eksiksiz bir ifade ve basın
özgürlüğü; cinsel eşitlik; geniş yetkilere sahip
bir bölgesel özerkliğin tanındığı, demokratik
seçimlerle iş başına gelen anayasal bir hükümet talep
ediyorlardı.[
07] Gevşek şekilde
örgütlenmiş tartışma ve araştırma gruplarında bir araya gelip
kendi kendini eğitmeyi vurgulayarak işe başlayan Halkçılar,
köylülerle işçiler arasında daha
örgütlü ajitasyon ve propaganda çalışmaları
yapmaya, nihayetinde de (mülkiyetin tahrip edilmesini ve devlet
görevlilerine suikast düzenlenmesini içeren)
oldukça disiplinli ve komplocu bir terörizme
yöneldiler.
Çar'ın suikast sonucu öldürülmesini takip
eden dönem acımasız misillemelerin ve siyasi baskıların yaşandığı
bir dönem oldu, ancak bir direniş şehri olan St.
Petersburg'da liberter ve eşitlikçi fikirler varlıklarını
sürdürdüler. Emma Goldman, kız kardeşinin öğrenci
arkadaşları arasında elden ele dolaşan yasaklanmış makaleleri ve
romanları okumaya, (çoğu hapse atılmış, Sibirya'ya
sürgün edilmiş ya da idam edilmiş olan) devrimciler
için kederlenmeye başladı.[
08] İçinde
yaşadığı toplumu giderek daha fazla sorgulamaya başladı.
Halkçıların fikirlerinin ileride benimseyeceği anarşist
fikirleri üzerinde etkisi olduğu açıktır.
Emma Goldman'ın kadın devrimcilere karşı duyduğu büyük
saygıdan da bahsetmek gerekiyor. İleride anılarında "yaşamları
hakkında ilk kez bir şeyler okuduğum andan itibaren benim için
esin kaynağı oldular" diye yazacaktı.[
09]
Kadınların Rus devrimci hareketinde öne çıkmaları, 19.
yüzyıl Avrupa solu bağlamında benzeri olmayan bir olguydu.
Hareket, belki de kadınlara eşit olarak davranılan tek yerdi;
devrimcilik uğraşısı, kadınların yeteneklerini tam anlamıyla
kullanmalarına izin veren yegâne alandı. Kadınlar, liderlik dahil
olmak üzere hareketin her düzeyinde çalışıyorlardı.
Dava uğruna devrimci fedakârlıkta bulunma etiği, gerek kadının
fedakârlık etmesini öngören geleneksel değerlerle,
gerekse kadınların eyleme geçme, eşitlik ve toplumsal adanmışlık
konularında duydukları açlıkla örtüşmekteydi.[
10]
15 yaşına geldiğinde babası onu evlendirmek istedi, ancak Goldman
okumak ve seyahat etmek istediğini söyleyerek babasının
otoritesine isyan etti. Babasının, "kızların fazla bir şey
öğrenmesi gerekmediği; doğranmış balığın nasıl hazırlanacağını,
eriştenin nasıl güzelce kesileceğini ve nasıl bolca çocuk
verileceğini"[
11] öğrenmesinin yeterli
olacağı şeklindeki tepkisi, içindeki isyan ateşini daha da
alevlendirdi; böylece, kız kardeşi 1886'da Amerika'ya
göç etmeye karar verdiğinde Emma da onunla birlikte
kaçtı. ABD'ye altın tepsi içinde sunulmuş
özgürlüklerle dolu bir yaşam bulacağı hayalleriyle
gitmişti –ne var ki New York, Rochester'daki getto
yaşantısında, ardında bıraktığından pek de farklı olmayan bir baskıyla
ve sefaletle karşılaşacaktı.
AMERİKA GEÇMİŞİ
Birleşik Devletler[
12] hızlı bir sınaî
büyüme yaşıyordu. İş dünyası için yararlı olanın
ülke için de yararlı olduğu ideolojisi hâkimdi.
Kökleşmiş Amerikan özgürlük inancı açısından
cazip gelen laissez-faire [
bırakınız yapsınlar]
iktisat sistemi hüküm sürüyordu; siyasal
iktisatçılar bu sistemin rekabeti geliştireceğine, ticari
girişimi teşvik edeceğine ve ulusal refahı artıracağına inanıyorlardı.
Bu anlayış, eğer doğadaki var olma mücadelesinde en iyi olanın
yaşaması gerektiği kaçınılmaz ve doğru ise, aynı şeyin iktisadi
alanda da geçerli olması gerektiğini ima eden (Herbert
Spencer'in Toplumsal Darwinciliği vasıtasıyla popüler
hâle gelen) Darwin'in evrimci kuramlarıyla destekleniyordu;
hükümet müdahalesinin olmadığı serbest rekabet, en etkin
olan işletmelerin ayakta kalmalarını sağlayarak ulusal ekonomiyi en
etkili şekilde geliştirecekti. Ancak, büyük işletmelerin
hâkim olduğu bu dönemde, laissez-faire'in
sonuçları kesinlikle halkın yararına değildi (özellikle de
hükümet, sübvansiyonlarla, kredilerle ve korumacı
gümrük tarifeleriyle laissez-faire'in temel ilkelerini
yok sayarken); iktisadi sistem rekabeti öldürüyor ve
(tekeller sahneye hâkim olduğunda) güçle refahın bir
azınlığın elinde yoğunlaşması, siyasi gücün de yoğunlaşmasını
artırarak çoğunluğun hürriyetini tehdit etme eğilimi ortaya
çıkarıyordu. Bu durumu haklı göstermek için iktisadi
ve siyasi gücün, zengin olmakla kalmayıp aynı zamanda iyi ve
akıllı olan ayrıcalıklı bir azınlığın elinde yoğunlaşması gerektiği
fikri aşılanıyordu. "Zenginlik Müjdesi" [
Gospel of Wealth][
13]
tekelci uygulamaların kurbanları olan çiftçiler,
işçiler ve küçük iş adamlarını pek az
düşünüyordu.
Sanayinin büyümesi ve artan makine kullanımı,
işçilerin konumunda dönüşüme yol açmıştı;
fabrika, imalathane ve dökümhanelerde çalışan
işçiler, emekçilerin eskiden sahip oldukları bağımsızlığı
ve özgürlüğü kaybettiler; kendilerini, sıradan bir
meta gibi mümkün olduğunca ucuza satın alınması gereken bir
şey olarak gören şirketlerin ellerinde çaresiz piyonlar
hâline geldiler.
ANARŞİZM
Giderek artan bir hızla ülkeye akın eden göçmen
yığınlarının şehirli nüfusu sürekli artırması sorunu
hafifletiyordu. 1870'ler itibariyle bu göçmenlerin
büyük bir kısmı, gelişleriyle birlikte işçi sınıfını
büyüten ve emek piyasasını aşırı şişiren Doğu Avrupalı
köylülerden oluşuyordu; sonuçta işler azalırken
ücretler düşüyordu –diğer şehirli işçiler
iktisadi konumlarının tehdit altında olduğunu hissediyordu. Bu yıllar,
iktisadi ve toplumsal statünün bozulmasından kaynaklanan
çalkantıların hüküm sürdüğü bir
dönemdi; bir yandan ülkedeki işçiler
çıkarlarını daha iyi korumanın yollarını ararlarken, öte
yandan da grevler, emeğin şiddete başvurması ve kırsal kesimdeki
huzursuzluk, sanayileşme ile şehirleşmeye eşlik eden ciddi gerilimlerin
önemini belirtiyordu.
Reform önerileri (halkçılıkla[
14] sosyalizmden tutun da, çiftçi-emekçi koalisyonuna ve Henry George'un "tek vergi"sine[
15]
kadar) inanılmaz çeşitlilik gösteriyordu; bu durum,
Amerika'nın toplumsal ve iktisadi sorunlarının gerek nedenleri
gerekse çareleri hakkında halkın çoğunun içine
düştüğü kafa karışıklığını yansıtıyordu.
Avrupa'nın sınaî ülkelerinin çoğunda olduğu
gibi ABD'de de radikaller çeşitli nedenlerle giderek
sosyalizmi seçiyorlardı: İdeolojisi siyasi ve iktisadi
merkezileşme eğilime direnç göstermekten ziyade onu
kuvvetlendiriyordu; siyasi tekniklere bel bağlaması halen mevcut olan
hükümetsel süreç çerçevesinde
örgütlenmeye ve bu süreçle bütünleşmeye
izin veriyordu; teknolojiye yönelik tavrı olumluydu (teknoloji,
sonuçta toplumun tüm üyelerine maddi rahatlık
sağlayacak bir nimet idi). Radikallerle reformistlerin çoğu
dahil olmak üzere Amerikalıların çoğunluğu toplumu
dönüştüren teknolojik ve iktisadi kuvvetler
üzerinde uzlaşmaya varırken, anarşistler
küçümseyerek bunu reddettiler. Diğerlerinin çok
daha ılımlı sözlerle dile getirdikleri kuşkuları aşırı noktalara
taşıdılar.
Dolayısıyla ABD'de anarşizm, giderek merkezileşen ve şehirleşen
bir sanayi toplumuna eşlik eden toplumsal ve iktisadi altüst
oluşlara gösterilen pek çok tepkiden biri olarak 19.
yüzyılın sonlarında ortaya çıktı. Sosyalizm ve diğer
radikal reform hareketleri gibi anarşizm de sermaye ile emek arasındaki
çatışma, şirketler, merkezileşme, servetin yoğunlaşması, yaygın
yoksulluğun ortaya çıkması ve hızlı teknolojik değişim
meselelerinin üstüne gitti, ancak iradeci [
voluntarist] ve ademi merkeziyetçi ideolojisiyle kendini diğer hareketlerden ayırdı.
Anarşist ideolojinin odağında, dışarıdan dayatılan (yalnızca
hükümetle sınırlı kalmamak üzere bilhassa
hükümette somutlaştığı hâliyle) her türlü
otorite [
yetke]
biçiminin reddedilmesi bulunur. Anarşistler, yalnızca
diğerlerinin hürriyetlerinin ihlal edilmesinin yasaklanmasıyla
sınırlanan bireyin mutlak özgürlüğü konusunda ısrar
ediyorlardı. Bu inanç, başka hiçbir şey üzerinde
görüş birliğine varamayan anarşistleri birleştirdi; anarşist
hareket[
16], sosyalist hareketten hiç de
geri kalmayacak ölçüde hiziplere ayrılmış ve
bölünmüştü. ABD'deki en önemli iki hizip
Bireyciler ve Komünist anarşistlerdi (ya da
Anarko-komünistler). Bireyci anarşizm, Amerika'nın
kültürel gelenekleriyle iktisadi koşullarını yansıtıyordu.
Eğitimli olan ve Amerika'da doğup büyüyüp
anarşizmi seçen Amerikalıların çoğu, Klasik liberalizmden
doğan bu görüşe yönelmişti. Komünist anarşizmse, "Amerikan Rüyası"nın yalan vaatleriyle kandırıldığını
düşünen, işçi sınıfına mensup göçmenlerle
onların çocuklarına daha cazip gelmişti.
Bireyciler, hükümet otoritesini reddederek her bireyin nasıl
yaşayacağını seçmekte özgür olacağı bir toplumun
yaratılmasını istediler. Bu topluma ilişkin ellerindeki tek
reçete, diğerlerinin hürriyetine müdahale edilmemesi
ve bireysel eylemlerin bedelleriyle sonuçlarının
kabullenilmesiydi. Mülkiyet sorunu, iki grup arasındaki başlıca
anlaşmazlık konusuydu. Bireyciler özel mülkiyet kavramını
benimsiyor, özgürlüğün önündeki temel
engelin devlet olduğuna inanıyorlardı; öte yandan Komünist
anarşistlerse özel mülkiyeti toplumsal ve iktisadi baskı
analizlerinin merkezine yerleştiriyordu. Her ne kadar her iki grubun
fikirleri de Proudhon'dan geliyorsa da[
17], Komünist anarşistler aynı zamanda Marksist sınıf çatışması kuramlarından da etkilenmişti.
EMMA GOLDMAN'IN ANARŞİZMİ
Kropotkin, 19. yüzyılın sonlarından itibaren
anarko-komünizmin başlıca teorisyeni olmuştu. Kropotkin'in
toplumsal teorisinin kalbinde, yaşamın temel ihtiyaçlarını
karşılamak amacıyla birbirleriyle işbirliği yapma arzusunun insan
oğulları ile kızlarının asli niteliği olduğu inancı yatar.[
18]
Bu nitelik, bireyin, tam gelişmesini ancak toplum içerisinde
gerçekleştirebilecek toplumsal bir varlık olduğu ve toplumun
üyelerinden ancak özgür olmaları durumunda
faydalanabileceği anlamına gelir. Kropotkin ile takipçileri
bireyin ve toplumun çıkarları arasında bir çatışma
görmezler; bu nedenle, korunmasına gerek olmadığını
düşündükleri özel mülkiyeti devletle birlikte
yıkmak isterler. Bunun yerine, üretimin özgürce yapılıp
paylaşıldığı, federe olmakla birlikte özerk olan bir komünler
sistemi yaratılmasını arzularlar. Bu komünlerde hem ücretler
hem de hizmet karşılığı yapılan ödemeler özel mülkiyetle
birlikte ortadan kaldırılacaktır, çünkü topluluk her
şeyi tüm üyelerine eşit şekilde sağlayacaktır.
Anarko-komünizmin mesajı Amerikalılara hitap etmiyordu ve 19.
yüzyılın sonu itibariyle "anarşizm" kelimesi pek
çoğunun aklına terörü getiriyordu. 4 Mayıs
1886'daki Haymarket bombalaması, bu tepkinin kaynaklarından
biriydi. Emekçilerin Chicago'nun Haymarket
Meydanı'nda düzenledikleri gösteri sırasında kim olduğu
bilinmeyen bir terörist bomba atmıştı. Saldırı sonucunda bir polis
olay yerinde, altısı ise daha sonra ölmüştü. Yetkililer
bombayı atanın kimliğini asla tespit edemediler; ancak bu durum
polisin, (eylemi onlar yapmamış olsa bile) anarşist oldukları
için terörizmi ahlaken teşvik etmekle sorumlu tutulan sekiz
kişiyi cinayetle suçlamasını engellemedi. Sekiz kişinin yedisine
ölüm cezası verildi; sonunda dördü asıldı. Emma
Goldman'ın aktif bir devrimci olmaya karar vermesinde Haymarket
davaları ve sonuçta anarşistlerin idam edilmesi etkili olmuştu.
"Anarşizm" der Goldman, "insan aklının dinin
tahakkümünden özgürleşmesini, insan bedeninin
mülkiyetin tahakkümünden özgürleşmesini,
hükümetin zincirleriyle kısıtlamalarından
özgürleşmeyi savunur."[
19]
Anarşistler, mevcut hâliyle toplum yapısının geçerliliğini
sorgularlar, ancak Emma Goldman sorgulamakla ve teoriye dökmekle
yetinmek istemiyor, insanları harekete geçirmek için "eylemli propaganda"nın gerekli olduğuna inanıyordu.
20 yaşında New York'a taşındı ve çok geçmeden
Alexander Berkman'ın da aralarında olduğu çok sayıda Rusya
doğumlu anarşistle arkadaşlık kurdu. New York'a gelmesinden
yalnızca 6 ay sonra "devrim yapmak" amacıyla başarılı
geçen bir konuşma turuna çıktı. Bu olayla, Amerikan
hatiplik tarihindeki en karizmatik ve etkileyici konuşmacılarından biri
olarak kariyerine başlamış oldu. Bazı kutuplaştırıcı olayların
sonucunda kitlelerin eyleme geçmesi durumunda, kapitalist
efendilere karşı devrimin başlayabileceğine inanıyordu. 1892'de
Pennsylvania, Homestead'de gerçekleşen çelik
işçileri grevi iyi bir fırsat gibi gözüküyordu.
Ulusun dikkati Homestead'deki şiddetli duruma odaklanmıştı; Emma
ile arkadaşları, bunun "büyük bir eylem"
için mükemmel bir an olduğunu düşündüler
(çünkü anarşist teorilerine göre şiddet
içeren propaganda, halkın kapitalist zalimlere karşı
ayaklanmasını sağlayacaktı).
Plan, Rusların Çar'ı suikast düzenleyerek
öldürmeleri gibi Homestead Şirketi'nin başkanı Henry
Clay Flick'e bir suikast düzenlenmesiydi. Goldman'ın
görevi silah satın almak için para toplamak ve eylemi
dünyaya açıklamaktı. Eylem 23 Temmuz 1892'de Berkman
tarafından gerçekleştirildi, ancak Flick ölmedi ve
kısa sürede iyileşti.
Dünya Berkman'ın açıklamasını dinlemek istemiyordu.
Anarşist güdüler bizzat Homestead grevcileri tarafından
yanlış anlaşıldı, onaylanmadı ve reddedildi. Eylem, grevle ilgili
meseleleri daha da karmaşık hâle getirdi ve anarşizm korkusunu
ülke genelinde yeniden canlandırdı. Goldman'ın şeytani
ününün başlangıcı bu dönemde oldu. New Yorklu
işsizleri ayaklanmaya teşvik eden bir konuşma yaptığı
suçlamasıyla (aslında ayaklanma falan olmamıştı) bir yıl hapis
yatmasının ardından kötü bir şöhrete sahip oldu: Tanrıya,
hukuka, evliliğe ve devlete düşman "Kızıl Emma".
Ertesi yıl Emma Goldman, ülkeyi dolaşıp anarşist
görüşlerini ateşli bir şekilde savunduğu konuşmalar yaparak
ortaya çıkan her radikal krize katıldı. Goldman, anarşist
görüşlerini sistemli bir şekilde formüle etmedi[
20];
verdiği konferanslarda, broşürlerde, gerek anarşist gerekse ticari
basında yayımlanan makalelerde ve röportajlarda geliştirdi.
1890'ların sonlarında netlik kazanan düşüncesi,
Kropotkin'in Anarko-komünizm kuramı ile Stirner, İbsen ve
Nietzche'nin bireyciliğini[
21] harmanlıyor;
Chernyshevski, Freud, Britanyalı cinsel radikaller ile Amerikan
özgür aşk geleneğinden etkilenerek kadınların
özgürleşmesi ve cinsel özgürlük konularını
güçlü bir şekilde vurguluyordu. Teoriden çok pratikle ilgilenen Goldman, dönemin toplumunu eleştirmek ve
değişim yöntemleri geliştirmek üzere bu fikirlerden
faydalandı.
Siyasetinin asli temelini devlete karşı muhalefet etmek oluşturuyordu.
Stratejisi, merkezi otoriteye, büyük
örgütlenmelere, zorunlu askerlik gibi yasal zorunluluklara ve
sansürle baskının her türüne karşı çıkmaktı.
Anarşistler, yalnızca diktatörlüklere ve baskıcı
hükümet otoritesine değil, devletin daha liberal
biçimlerine de karşı çıkıyorlardı. Bu nedenle Goldman,
bireyi ya da azınlığı çoğunluğun iradesine tabi kılması
nedeniyle parlamenter demokrasiye (ve demokratik olmayan
hükümet biçimlerine) karşı çıkıyordu.
Bireylerin karar almayı çoğunluğun iradesine devretmeleri
gerekiyordu; böylece, karar alma gücü bireyden alınarak
bir temsilciye veriliyordu. Parlamenter demokrasiye karşı muhalefetinde
son derece kararlıydı; insanları oy kullanmamaya, seçim
kampanyalarına katılmamaya ve hükümet mevkilerinde görev
almamaya çağırıyordu; ilkelerinden taviz vererek zaman zaman
sosyalist ya da emekçi adayların kampanyalarına katılan ya da
onlara oy veren yoldaşlarını eleştiriyordu. Seçimlerin ve oy
kullanmanın, gerçekte karşılığı olmayan bir siyasi katılım
yanılsaması yarattığını savunuyordu. Radikallerin siyasi makamlara
seçilmesi, radikal hareket içerisinde yeni bir
bürokratlar sınıfı doğuruyordu; oy sandığı ise "insanların
haklarının yöneticilerin denetimine devredilmesinin bir aracı
idi".[
22] Goldman'a göre
mücadele seçim siyasetiyle verilmemelidir,
çünkü "doğru fikirler doğru eylemlerden
önce gelmelidir"; dahası, "Araçlarımız, eğitim
ve ajitasyondur. İnsanlar uyumlu toplumsal ilişkileri idare eden
gerçek ilkelerin farkına vardıklarında, bunu seçim
sandıkları olmadan fiiliyata geçirecekler."[
23]
Anarşistler, "siyasi eylem" yerine "doğrudan
eylem"i savundular –sokak gösterileri, işyeri grevleri
ve bireylerin iradesinin günlük yaşamda öne
çıkarılması. Goldman, kitle örgütleri ya da siyasal
partiler yerine baskıcı yasalara karşı çıkmak ve radikal
okullar, tiyatrolar, kütüphaneler, kooperatifler gibi
alternatif kurumlar yaratmak üzere inisiyatifi ele alan
küçük özerk gruplarca ya da bireylerce yapılan
eylemleri savunuyordu. Aktif bir şekilde sendikaları destekliyor,
onları taleplerinde daha devrimci olmaya çağırıyor ve grev
yapan işçilere destek olmak üzere sık sık konuşmalar
yapıyordu. "Anarşizmin mantıken tutarlı yöntemi,
atölyedeki otoriteye karşı doğrudan eylem, kendi ahlak
kurallarımızın saldırgan ve işgüzar otoritesine karşı doğrudan
eylemdir".[
24]
Goldman, bir komünist anarşist olarak devletin yanı sıra
kapitalizme de karşı çıktı. Yukarıda tartışıldığı üzere
parlamenter sosyalistler, üretim araçlarının
millileştirilmesini savunurken, anarşistlerse "toplumsallaştırılmasını", başka bir deyişle özel
mülkiyetin devlete değil fiilen onu işleten ya da kullanan
bireylere devredilmesini desteklediler. Bu nedenle Goldman, gerek
sosyalist ve popülist sosyal yardım programları taleplerine,
gerekse demiryolları, kamu hizmetleri, bankalar gibi belli başlı
sanayilerin millileştirilmesine karşı çıktı,
çünkü bunlar hükümetin gücünü
artırmaktan başka bir işe yaramayacaktı.
Çağdaşı olan anarşistlerin çoğu gibi Goldman da dine
karşı antipati duyuyordu. Ateizm ve "takdir edilecek şekilde
kölelerin eğitilmesine uyarlandığı"nı
düşündüğü Hıristiyanlığın başarısızlığı
üzerine sık sık konuşmalar yaptı; yalnızca kilisenin değil bizzat
dini inancın şerlerini ısrarla vurguladı.[
25]
Ancak, kendisi derin bir etik ve ahlaki tutkudan ilham alıyordu. Bir
keresinde şöyle demişti: "İnsanlığın yarına dair ortaya
koyduğu teorinin doğru olup olmadığı umurumda değil, bugünkü
ruhunun doğru olup olmadığıyla ilgileniyorum"; bu ruhu, "başkalarının aleyhine kendimizi zenginleştirmeye"
çalışmamak olarak tanımlıyordu.[
26]
Emma Goldman, anarşizmin "başta özel mülkiyet olmak
üzere her şeye karşı çıkmak"tan ibaret olmadığını, "insan ırkını esaret altında tutan mevcut kurumların alaşağı
edilmesi"ne adanmak olduğunu vurguluyordu.[
27]
Aynı zamanda bu, her bireyin potansiyelinin tam anlamıyla ifadesini
bulacağı özgür bir toplumun inşa edilmesine bağlılık demekti.
Kropotkin'in insanoğulları ile kızlarının "doğuştan"
toplumsal varlıklar olduğu, dolayısıyla bireysel ve toplumsal
içgüdüler arasında özünde hiçbir
çelişki olmadığı şeklindeki görüşünü kabul
ediyordu. Güçlü otorite kurumlarının ve "insan
yapımı yasalar"ın tahakkümü olmadığında insanlar, "hiçbir dışsal kuvvet olmaksızın kendisini
serbestçe, kendiliğinden dayatan ve doğanın gereksinimleriyle
uyum içinde olan, her insanın içindeki etken"
olarak tanımladığı doğal yasanın emirlerini takip etmekte
özgür olacaklardır. Yapay otorite biçimlerinin ortadan
kaldırılması kaosa değil, toplumsal işbirliği ile karşılıklı
yardımlaşmanın "doğal" biçimlerinin ortaya
çıkmasına neden olacaktır.[
28]
Çoğu anarşist gibi Goldman da geleceğin anarşist toplumunun
reçetesini yazmayı reddediyor; "bu toplumdaki iktisadi
düzenlemelerin peyderpey özgür komünizme doğru
evirilen ... gönüllü üretici ve dağıtıcı
birliklerden oluşması gerektiği"ni onaylamakla yetiniyordu.[
29]
Anarşist toplum, "insanın emeğinin ürünlerini"
çalmakla kalmayıp onun "özgür inisiyatif ve
özgünlük gücünü, yaptığı şeylere
yönelik ilgisini ya da arzusunu" da çalan mevcut
toplumun aksine, bireyi anlamlı işler yapmakta özgür
bırakacaktır. İşçi sanatçıyı andıracaktır; "İşçinin bir masa yapması, bir ev inşa etmesi ya da
toprağı sürmesi, sanatçının bir resim yapmasına ya da bilim
insanının icat yapmasına eşit olacaktır –ilhamın, yoğun arzunun
ve yaratıcı bir kuvvet olarak çalışmaya beslenen derin ilginin
bir sonucu.[
30]
Emma Goldman, anarşist (herkesin kapitalizm, devlet ve kilise
tiranlıklarından özgür olacağı bir dünya) anlayışına
ataerkinin tiranlığını ekledi. Goldman'ın anarşizmini
çağdaşlarından farklı kılan şey, cinselliği siyasetinin temel
ilgi alanı yapmaktaki ısrarıydı; çünkü o, tüm
tiranlıkların ahlaken kendi kendini güçlendiren nitelikte
olduğunu görmekle birlikte, kadınların ezilmesinin erkeklerin
ezilmesinden farklı olduğunu açıklığa ortaya koyarak, kadınların
mağduru oldukları benzersiz baskıya ve koşulları anladığını
gösteriyordu.
ABD'DE KADINLARIN KOŞULLARI
Emma Goldman'ın Amerikan toplumuna yönelik tepkilerini genel
hatlarıyla tartıştıktan sonra, kadınların 18. ve 19. yüzyılın
başlarında Amerikan toplumu içerisindeki konumlarını tartışmaya
başlayarak kadınlarla ilgili özgül sorunlara nasıl bir tepki
gösterdiğini inceleyebiliriz.[
31]
İş ve ticaret, erkekleri evlerinden uzaklaştırırken, kadınları ticaret
dünyasından yalıtılmış bir hâlde evde yalnız başlarına
bırakmıştı. Kadınların aile içindeki rolleri her zaman en
önemli rolleri olmuştu, ancak evvelce bu rolü erkeklerle
paylaşıyorlardı. Örneğin, koloni çiftliklerinde, her iki
cinsin de emeği eş derecede gerekliydi –erkek ve kadınlar
birlikte çalışıyorlardı. Yeni orta sınıf içinde, ev ve
aile giderek çalışma ve para dünyasından ayrı
görülür hâle gelmişti. Kadınlar bu değişiklikten
ciddi şekilde etkilenmişti. Orta sınıf mensubu kadınlar evlerinde
geleneksel işlerini yapmayı sürdürdüler –yemek
pişirmek, elbise dikmek ve ev işlerini yapmak, ancak erkeklerin aksine
karşılığında herhangi bir ödeme almadıkları için bunlar
artık "gerçek birer iş" olarak
görülmüyordu. Amerika'da ilk defa kocaları
tarafından "bakılıyor" gibi gözüken bir kadınlar
sınıfı ortaya çıkmıştı. Onlar artık birer ortak değil, bağımlı
kişilerdi; sanayi toplumunun gelişmesi kadınların çalışmasının
tanımını değiştirdi.
Ancak, iktisadi önemin orta sınıf evden uzaklaşması, evin ve aile
yaşantısının önemini azaltmadı. Gerek ev hakkındaki, gerekse "piyasa alanının acımasızlıkları" karşısında evde
güvende tutulan kadınlarla çocuklar hakkındaki fikirlerin
duygusal önemi arttı. Ev ile aile, orta sınıfa mensup erkeğin
giderek sergilemekten alıkonulduğunu hissettiği duygusal değerlerle
hislerin muhafaza edildiği bir duygusal mahfaza hâline geldi.
Kadın, iş hayatının erkeği mahrum bıraktığı saflığı, maneviyatı ve
erdemi barındıran, kocasının "hayat arkadaşı" hâline
geldi. Erkekler, kendi doğalarının duyarlı yanını kadınlar vasıtasıyla
yeniden kazanmaya çalıştılar.
Her ne kadar yeni cinsel tanımlar ile iktisadi uygulamalar arasındaki
bağlantıyı o dönemde pek az kişi fark etmiş olsa da, değişen
cinsler arasındaki ilişki birçokları tarafından algılanıyordu;
gerek erkek gerekse kadın yazarlar, "erkeğin alanı" ve "kadının alanı" dedikleri şey hakkında uzun uzadıya
yazıyorlardı; zıt niteliklere sahip insan türünün iki
ayrı kolu temel alınarak insan kişiliğine dair kapsamlı bir teori
geliştirildi. Erkeklerle kadınların birbirlerinden tamamen farklı
olduğu (örneğin, kadınlar bağımlı ve dayanıksız, erkeklerin
bağımsız ve katı olduğu) fikrine 1700'lerde rastlanırken,[
32] o zamanlar bu fikir erkeklerle kadınların paylaştıkları niteliklerin de olduğu fikriyle genellikle dengeleniyordu.[
33]
1800'lere gelindiğinde, ortak tutumlar büyük
ölçüde unutulmuştu; düşünce ve karakter
özelliklerinin her iki cins için birden değil de her biri
için ayrı ayrı geçerli olduğu
düşünülüyor ve bunun aksi durumlar, normdan
sapmalar olarak görülüyordu. Bu fikirler daha çok
orta sınıf içinde yaygın olsa da, okuma yazma bilen işçi
sınıfı içinde de hızla yayılıyordu ve işçi sınıfından
kızlar, yeni kadınlık ideallerine ulaşamamak gibi yeni bir sorunla
karşı karşıya kalıyorlardı. Birçoğu sosyal durumu daha iyi
birisiyle evlenerek iş hapishanesini, hâli vakti yerinde bir
adamla yapılan ve daha rahat bir evlilik hapishanesiyle değiştirme
umuduyla yetiştirme programlarına katılıyordu. Kadının
evde yaptığı çalışmanın değersizleşmesine, diğer iktisadi
fırsatların kapanması eşlik etti. Çoğu meslekte kadınların kabul
edilmediği resmi eğitimin alınmasını gerektiği için artık
çalışmak isteyen kadınların önünde daha az
seçenek vardı. Kadınların çoğu ücretlerin
düşük olduğu birkaç işte çalışmak zorunda
kalıyordu –hizmetçilik, öğretmenlik, terzilik ve
fabrika işçiliği– ve bu işlerden hiçbirisi
kadınlara statü ya da iyi bir ücret sağlamıyordu.
Alt sınıflara mensup çalışan kadınların kötü durumunu
tartışmadan önce çelişkili bir durumdan bahsetmek
gerekiyor. Yüzyılın hemen başında daktilo, yazar kasa ve telefonu
iş dünyasına sokan yenilikler, eğitimli kadınların
önünde yepyeni iş fırsatları yaratarak tezgâhtar,
sekreter, daktilograf ve santral görevlisi olanların
statülerini değiştirdi. Bu bağımsız kadınlar, kadının yerinin evi
olduğu öncülüne dayanan kurallarca artık
yönetilemeyecekti; küçük bir azınlık olmalarına
karşın örflere, ahlak ilkelerine ve genel yaşam tarzına karşı bir
tehdit olarak görüldüler. Hareket içinde, daha
kapsamlı sivil hakları ve kadınların oy kullanma hakkını destekleyen
fikirlerin gelişmesine güç kazandırdılar. Emma
Goldman'ın bu yeni kadın tipi hakkında söyleyecek çok
şeyi vardı, buna aşağıda geri döneceğim.
Sanayi ekonomisinin ortaya çıkması aynı zamanda alt sınıflara
mensup çalışan kadınlar için yeni koşullar doğurdu.
Sanayi Devriminin başlangıcından itibaren kadınların, bir zamanlar
yalnızca aileleri için ürettikleri gıdaları seri olarak
üretmeleri gerekli olmuştu. 1900'lara gelindiğinde
ABD'de 5 milyon kadın ücretli vardı; bu, ülkenin toplam
işgücünün beşte birini oluşturuyordu.[
34]
1880'den sonra, göçmen akınıyla birlikte fabrika işleri
kadınlar için en yaygın ikinci istihdam biçimi
hâline geldi. Kadınlar, "yalnızca kadınlar
için" diye belirtilen fabrika işlerine girdiler; bunlar,
onlara yaşayabilecekleri bir ücret sağlamayan, ödemenin
parça başına ücret sistemine göre yapıldığı vasıfsız
işlerdi. Kadınlar, işgücü içindeki en ucuz işçi
havuzunu oluşturuyorlardı.[
35]
Emma Goldman, 1885'de New York, Rochester'da bir manto
fabrikasında çalıştı. Burada, St. Petersburg'da
çalıştığı eldiven fabrikasındakinden çok daha
büyük bir "hareket alanı" vardı, ancak iş "çok daha zorluydu ve sadece yarım saatlik öğle
yemeği arasının olduğu çalışma süresi (on iki saat) bir
türlü bitmek bilmiyordu. Sıkı disiplin en
küçük serbest hareketi dahi yasaklıyor ve ustabaşının
gözünün sürekli üzerimde olması, kalbimin
üzerine bir taş gibi çörekleniyordu".[
36]
Yahudi göçmenlerin çoğu gibi Emma Goldman da
Rusya'da emek ve sosyalist hareketleriyle temasa geçmiş,
işçilerin Rus ve Amerikan fabrikalarında karşılaştığı ortak
sorunların farkına varmıştı. Çoğu kadını işgücü
içerisinde ikincil konumda tutan toplumsal ve iktisadi etkenleri
de kavramıştı:
"Ancak, devasa kadın
işçiler ordusu içindeki çok küçük
bir azınlık çalışmayı erkekler gibi kalıcı bir mesele olarak
görüyordu. Ne kadar zayıf durumda olursa olsun erkeğe
bağımsız olması ve kendi geçimini sağlaması
öğretilmiştir... Kadınsa kendi konumunu, ilk elde işten
çıkarılacak geçici bir işçi olarak
görür. Bu nedenle kadınları örgütlemek erkeklere
oranla son derece güçtür. 'Neden sendikaya
katılayım ki? Evleneceğim, bir evim olacak.' Çocukluğundan
beri ona en büyük arzusunun bu olması gerektiği
öğretilmemiş midir?"[
37]
Bazı çalışan kadınlar erkek sendikalarına girmeye
çalıştılarsa da, emek hareketine önderlik eden erkeklerin
kadınları örgütlemeye değer bulmadıkları gerçeği
onların genel ilgisizliğini artırmıştı. Bu, kısmen evlendiklerinde
kadınların emekliye ayrılmaları (her ne kadar çoğu için
emeklilik geçici olsa da) gerçeğinden, kısmen de
çalıştıkları vasıfsız işlerin onları değersizleştirmesi
gerçeğinden kaynaklanıyordu. Erkeklerin kadın çalışanları
desteklememelerinin bir diğer nedeniyse, çoğu erkeğin kızlarını
ve eşlerini fabrikadan uzak tutmayı becerdikleri zaman iktisadi
adaletin sağlanabileceğine inanıyor olmasıydı. Amaç kadınların
çalışma koşullarını iyileştirmek değil, fabrikaları kadınlardan
temizlemekti. Diğer sendikacılarsa, çalışan kadınların
erkeklerin üçte biri ile yarısı arasında ücret
almasından ötürü erkeklerin ücretlerini aşağı
çektiklerine ve erkeklerin çalıştıkları işleri tehdit
ettiklerine inanıyordu. Hem emek hareketi hem de siyasal sol
içindeki sosyalist erkekler teoride kadınların eşitliğini
savunuyor, ancak pratikte bu eşitlik için mücadele edecek
özel bir kadın hareketini desteklemeyip, kadınlar söz konusu
olduğunda muhafazakâr tutumu devam ettiriyorlardı. Ancak,
1800'lerin sonlarına gelindiğinde bazı erkek sendikaları ile orta
sınıf mensubu kadınları bir araya getiren örgütler,
çalışan kadınların karşı karşıya olduğu sorunları fark etmeye
başladılar ve kadın reformcularla feministlerin desteğini alan
çalışan kadınlar, militan örgütlenme girişimleri
başlatacak bir güce sahip oldular.
ABD'DE FEMİNİZM
Alix Kates Shulman, Emma Goldman'ın feminizmini anlamak
için feminizmin yekpare bir bütün olmadığını anlamamız
gerektiğini belirtir.[
38] Geçmişte olduğu
gibi bugün de farklı feminist siyaset akımları olduğunu
söyler –iktisadi meseleler, cinsellik ve aile meseleleri,
yasal ve anayasal meseleler ve kadın merkezlilik. Bu akımlar, "gerek zamana ve mekâna, gerekse onları sahiplenen
bireylere bağlı olarak farklı örtüşme ve dışlama kalıpları
içinde bir bütün oluştururlar". Emma
Goldman'ın zamanında da feminizm biçimleri bugün
olduğu kadar çeşitliydi. Burjuva feminizmini, kadın sendikal
hareketini, reformcu ya da toplumsal feminizmi, kadın dernekleri
hareketini de kapsayan çok sayıda eğilim vardı; toplumsal
saflığı merkeze alan feminizm de, ilk zamanlardan beridir varlığını
sürdüren radikal bir feminizm de vardı. Dolayısıyla, daha
sonraki araştırmacıların hareketin tamamını oy hakkı mücadelesi
altında toplama eğilimine karşın ortada engin, karmaşık ve sıklıkla da
çelişkili bir hareket vardı.[
39]
Ancak, çelişkilerine karşın teorinin bir kısmı tüm
feministler için ortaktı; Amerikan toplumunun kadınlar
açısından bazı eşitsizlikleri kurumsallaştırdığına ve buna bir
çözüm getirilmesi gerektiğine inanıyorlardı;
kadınların, toplumsal süreçlere katılma ve bu
süreçleri etkileme haklarının olduğunu konusunda
hemfikirdiler. Bu mutabakatın ötesine geçildiğinde bir
ikilem ortaya çıkıyordu: Kadınlar güçlerini,
erkeklerle olan farklılıklarını mı, yoksa ortak insanlıklarını mı
vurgulamak için kullanacaklardı?
Savaştan önceki dönemin feminizmi radikaldi. Kölelik
karşıtı hareketin aşırı kanadını güçlendiren siyasi
öfkeyi ve ahlaki coşkuyu birleştirmişti.[
40]
İlk feministler eşin itaatkâr olması anlayışını reddettiler,
kamusal tartışmalarda sesiz kalmayı kabullenmediler, eğitim
kurumlarından faydalanma hakkında ısrarcı oldular ve 1848'de oy
kullanma hakkı talep ettiler. İlk feministlerin radikalizmi, iktisadi
bağımlılığın özünde yatan eşitsizliğin (evlilik ilişkisinin
yeniden gözden geçirilmesi sonucunda) fark edilmesi ile
kadınların kamusal yaşamda rolü olduğunda ısrar edilmesinin
birleştirilmesinden besleniyordu.
Yakın zamanda bir tarihçi[
41] oy hakkı
talebinin kendi başına radikal olduğunu söylemişti,
çünkü "etki alanlarını geleneksel sınırların
ötesinde genişletme kavgası veren kadınlar açısından
siyasal haklar, kadınların statüsünde köklü bir
değişikliği, onların kamusal yaşama dahil olmasını
içeriyordu". Bu açıklama savaş öncesi
dönem için tatmin edicidir, çünkü
feministler oy hakkını, içinde bulundukları kısıtlayıcı ve ev
içiyle sınırlı alanlardan kaçışın bir yolu olarak
görüyorlardı; ancak, 19. yüzyılın son çeyreğine
gelindiğinde, artık feministlerin çoğunluğu oy hakkını
kadınların evden kurtulmasının ilk adımı olarak görmüyor, pek
çoğu kadınların oy kullanmamasının toplumda herhangi bir kopuşa
neden olmayacağı görüşünü dile getiriyordu.
19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde, kadının ahlaki
üstünlüğü teorisi, Amerikan kamusal ve özel
yaşamında herkesçe kabullenilen bir önerme idi. Kadının
üstünlüğünün kabullenilmesinden kadının
yozlaşmış toplumu saf hâle getirmesi gerektiği inancına varmak
için küçük bir adım atmak yeterliydi. Kadınlar,
yozlaşma meselesini erkeklerin ve gücün dünyasına
sokulmanın bir aracı olarak kullandılar. Amerikan evlerini saf
hâlde tutmalarından ötürü tüm dünyayı
temizlemek için de kendilerine ihtiyaç olduğunu ilan
ettiler. "Alan teorisi" genişletilecekti –toplumun
ihtiyaçları, daha iyi olan cinsin sessiz kalmasına izin
vermeyecek kadar büyüktü. Reform, kadınların çok
kullandığı bir deyim hâline geldi. Oy hakkı taraftarları,
Amerika'yı reforma tabi tutmak için oy kullanma hakkını
talep ettiler; bunu, alkolü yasaklayarak, fahişeliği sona
erdirerek, suçluları kısırlaştırarak, hapishaneleri
iyileştirerek, kızlarla oğlanlara beden eğitimi vererek, ahlaksızlığı
sona erdirmenin bir aracı olarak cinsel eğitim vererek, temiz gıda
kanunları çıkararak ve daha yüzlerce başka yolla
yapacaklardı.[
42] Reformcuların ilgilendikleri
meselelerin çoğu siyasi ve iktisadi idi, ancak bu meseleleri
algılayış şekilleri neredeyse daima ahlaki idi. Toplumsal Darwinciliğin
toplumun mükemmelleştirilebilirliği duyduğu inanç, bu
reform hevesini besliyordu. Toplumsal Darwinciler, toplumu daha
üst bir duruma evirilme sürecinde olan bir organizma olarak
tanımlıyor, kadınların erkeklerden daha fazla geliştiklerine
inanılıyorlardı; bu durum, reform hareketine katılan kadınların
itibarını daha da artırdı. Bu iddia, kadınların bariz bir şekilde "bayağı" ve "hayvansı" cinsel
dürtülerle arzulardan yoksun olmasıyla "kanıtlanıyor"du; toplum mükemmel hâle
getirildiğinde, kadınların yanı sıra erkeklerin de şehvetten yoksun
olacaklarına inanılıyordu. Ancak, şimdilik iffeti erkeklere
öğretmeye çalışmak kadın reformculara düşüyordu.
Toplumu iyileştirme amaçlı faaliyetleriyle evrim sürecini
hızlandırabileceklerine inanan reformcular, çalışmalarını insan
toplumunun mükemmelleştirilmesine yönelik adımlar olarak
görüyorlardı. Kadınların, oy sandıklarında üstün
ahlak anlayışlarını ifade etmelerine izin verildiği takdirde,
alkoliklik ve fahişelik gibi toplumsal hastalıkları
hafifletebilecekleri iddiasıyla yetmişlerin ortasında ülkeyi kasıp
kavuran ve daha sonra da belirli aralıklarla ortaya çıkan
toplumsal saflık kampanyalarına birçok feminist destek verdi. Oy
hakkı taraftarları, "devletin büyük bir aileden, ulusun
eski bir çiftlik evinden başka bir şey olmadığı"nı;
dolayısıyla kadınların besleyip büyütme işlevlerini aile
çevresinden daha büyük olan topluma genişletmelerinin,
onların geleneksel ev içi rollerini terk etmelerine yol
açmayacağını savunuyorlardı.[
43]
Dolayısıyla, 19. yüzyıl boyunca feminist hareket, kölelik
sorununda aşırı konumları benimseyen (bu nedenle de radikalizmi
kendilerine yakın bulan) kadınların hâkimiyeti altındaki bir
hareket olmaktan çıkıp, radikal geleneğin birleştirici
tutarlılığından yoksun ve kadınların daha geniş bir kesimini kapsayan
bir harekete doğru gelişme gösterdi; bu nedenle, ister istemez
tutuculaştı. 1800'lerin sonlarına gelindiğinde sonuç, oy
hakkı taraftarı örgütler, kadın dernekleri ve Hıristiyan
Alkol Karşıtı Kadınlar Birliği [
Woman's Christian Temperance Union]
gibi reform grupları dahil anayolcu feminizmin, kadınların siyasal ve
yasal eşitliğinin tanınmasının gerekçesi olarak kadınlarla
erkekler arasında doğuştan farklar olduğu (kadınların annelik ve
doğurganlık rolleri yüzünden düşünsel ve psikolojik
olarak erkeklerden farklı olduğu) fikrini kullanmayı seçmesi
oldu.
19. yüzyılın son yıllarında, örgütlü kadın hakları
hareketinin (daha önce tartışıldığı üzere) "Anneliğin
Gizemi"ne teslim olduğu argümanı vardır, ancak bu kısmen de
olsa kitlesel katılımı sağlamaya yönelik taktik bir adım olabilir.[
44]
Vurgudaki kayma ister ideolojik isterse taktiksel olsun, hareket bir
bütün olarak daha az radikal, daha az tehditkâr,
dolayısıyla da köklü bir değişime yol açma olasılığı
daha sınırlı bir hâle gelmişti. Emma Goldman ile diğer
anarşist-feministler, ikileme önerilen bu
çözümü kabullenmeyi reddettiler. Cinsler arasında
dikkate değer düşünsel ya da psikolojik farklar olduğunu
anlayışını kesin bir dille reddederek, paylaşılan insanlığa dayanan
mutlak bir eşitlik için ısrar etmeyi sürdürdüler.
Aralarındaki pek çok çelişkiye karşın anarşizmle
feminizmin belli bir yakınlığının olduğunu görebiliriz. Gerek
tanımı gereği anarşizm, gerekse geliştiği hâliyle radikal
feminizm, temelden ve son derece hiyerarşi ve otoriterlik karşıtıdır.
Her ikisi de büyük siyasi partiler yerine
küçük grupların kolektif faaliyetlerine dayanarak
aşağıdan yukarıya şekillenen, gevşek ve gönüllü
toplumsal örgütlenmeyle işler; her ikisi de değişimi teşvik
etmek için doğrudan eylemi tercih eder.[
45]
EMMA GOLDMAN'IN FEMİNİZMİ
Kadınlar söz konusu olduğunda Emma Goldman bir radikal miydi,
yoksa (gerek kendi döneminde gerekse günümüzde)
bazı yorumcuların dediği gibi kadın sorununda bir muhafazakâr
mıydı?
Dale Spender, Emma Goldman'ın kadınların sorunları hakkında
hiçbir özel anlayışı olmayan, ancak eril bağlamda radikal
olarak sınıflandırılabilecek bir muhafazakâr olduğunu
düşünür. "Ona göre kadınların ezilmesinin
gerçek kaynağı kapitalizmdi; başka bir kanıt aramadı ve başka
açıklayıcı fikirlere ihtiyacı yoktu."[
46]
Ardından Goldman'ın kadınların kolektif deneyimini kendi referans
çerçevesine dahil etmediğini söyler; bundan
dolayıdır ki erkeklerin kapitalizmde kendi durumlarını izah etmek
amacıyla sundukları tanımlamaları ve açıklamaları sorgulamadan
kabul edebilir, (birkaç istisnayla) kadınlar için de
durumun aynı olduğunu varsayar ve kadınların kapitalizmden önce de
ya da kapitalist olmayan kültürlerde de ezilmesiyle ilgili
meseleleri göz ardı eder. Amacım, Goldman'ın
düşüncelerinin açıkça olmasa da bu dışarıda
bırakılan şeyleri de kapsadığını, kapitalizme karşı verdiği anarşist
mücadelenin feminizme karşı olmayıp, aksine onu
güçlendirici yönde olduğunu göstermek.
Gerek geçmişte gerekse günümüzde feministlerin
Emma Goldman'a yönelttikleri temel suçlama, onun
kadınların oy hakkı kampanyasına karşı çıkmasıyla ilgilidir. Oy
hakkı taraftarları oy kullanmanın kadınları
güçlendireceğini düşünüyorlardı, ancak
yukarıda işaret ettiğimiz üzere bunu, kadınların geleneksel
evlilik kurumu içindeki güçlerini artırmak yoluyla
yapmak istiyorlardı. Bu, genelde orta sınıf ağırlıklı ve
muhafazakâr bir hareketti; tüm yaşamı boyunca
işçilerin mücadelesi içinde yer alan Goldman
açısından böyle bir hareket şüpheli bir şeydi. İster
seçilmiş isterse seçilmemiş olsun tüm
biçimleriyle hükümete karşı çıkan, tüm
hükümetlerin yozlaştırıcı olduğunu ve devletin başlıca
baskıcı eyleyici [
ajan] olduğunu düşünen bir anarşist olan
Goldman, oy hakkı mücadelesini kadınların gerçek
mücadelesinden bir sapma olarak görüyordu.
"Kadınların oy hakkına, kadının
eşit olmadığı gibi geleneksel bir gerekçeyle karşı
çıkmıyorum. Kadınların erkeklerle eşit oy kullanma hakkına sahip
olmaması için hiçbir fiziksel, psikolojik ya da akli
neden görmüyorum. Ancak bu durum, erkeklerin başarısız
olduğu bir hususu kadınların başarabileceği gibi saçma bir
düşünceye kapılmama neden olamaz."[
47]
Goldman, anarşist gerekçelere dayanan sınıfsal nedenlerin yanı
sıra kadınların çıkarları gerekçesiyle de oy kullanma
hakkına karşı çıkıyordu. (Çoğu oy hakkı hareketiyle
ittifak içinde olan) Alkol Karşıtı Birlikler ile Alkolün
Yasaklanması Partisi'nden [
Prohibition Party] cinsellik karşıtı Saflık Birliklerine [
Purity League]
kadar toplumsal saflık hareketinin tamamının kadınların
özgürlüğüne zararlı olduğunu
düşünüyordu. Oy hakkı lehine öne sürülen
düşünceye, yani oy kullanma hakkına sahip olurlarsa
kadınların siyaseti saflaştıracağı düşüncesine karşı şunları
yazıyordu: "{Kadının} saflaştırmaya uygun olmayan bir şeyi
saflaştırmayı başaracağını varsaymak, ona doğaüstü
güçler atfetmek olur".[
48] Oy kullanma en iyi durumda kadınlarla ilgisi olmayan bir şeydir:
"{Kadının} gelişmesi,
özgürlüğü, bağımsızlığı kendisi tarafından
gerçekleştirilecektir. İlk olarak, kendisini bir seks metası
olarak değil, bir kişilik olarak dayatmasıyla. İkinci olarak, bedeni
üzerinde başka herhangi birisinin hak iddia etmesini reddederek;
istemedikçe çocuk doğurmayı reddederek; Tanrı'ya,
devlete, topluma, kocaya, aileye ve benzeri şeylere hizmetkârlık
yapmayı reddederek. Yaşamını daha basit, ancak daha derin ve daha
zengin yaparak. Yani, kamuoyu görüşü ile halkın
ayıplaması korkusundan kendisini kurtararak, yaşamın anlamını ve
özünü tüm karmaşıklığıyla öğrenmeyi deneyerek.
Kadınları oy sandığı değil, ancak bu
özgürleştirecektir."[
49]
Bazı kadınların oy kullanmayı, cinslerini kilisenin, devletin ve evin
boyunduruğundan kurtarmak için istediklerini kabul etmekle
birlikte, oy hakkı taraftarlarının çoğunun "kendisini daha
iyi bir Hıristiyan, ev kadını ve devlet yurttaşı –ki bunlar
kadınların ezelden beridir hizmet ettikleri Tanrılardır– yapmak
için" oy kullanmak istediğini savundu.[
50]
Goldman'a göre oy kullanma mücadelesi dikkati
gerçek mücadeleden saptırıyordu; kadınların umutları,
hükümet düşmanı tarafından kirletiliyordu. Onu
eleştirenlerin işaret ettiği üzere oy vermenin pratik
sonuçları hakkındaki tahminleri ve hükümete olan
düşmanlığı, onu oy hakkı lehine olan doğal haklar argümanına
karşı körleştiriyordu; ancak, oy hakkına hararetle karşı
çıkması feminist karşıtı ya da kadın karşıtı değildi, kadınların
özgür olduğunu görme arzusuna dayanıyordu.[
51]
Emma Goldman, kadınların (erkeklerle beraber) anarşist bir toplum
yaratmak için çalışması gerektiğine inanıyordu; toplumun
bir bütün olarak yeniden yapılandırılması, kadınların
kendileri için bağımsız, üretken ve anlamlı yaşamlar
yaratmalarını sağlayacak şekilde bireysel, toplumsal ve ahlaki
kuralların aşılmasını içermek zorundaydı.
Anarşist-feministler, devlet yapısını sorgulamanın ötesine
geçerek ataerkil aile yapısını da sorguladılar. Goldman ve diğer
anarşist feministler, radikal öncellerinin açtığı yoldan
ilerleyerek, aile ilişkisinin ne ölçüde eşitliği
engelleyici olduğunu görmek amacıyla cinsel ve ailevi ilişkileri
inceliyorlardı. Toplumsal cinsiyet [
gender]
sorununu incelediler; kadın söz konusu olduğunda doğal olarak
görülen şeyin, teorisyenin desteklediği toplumsal ve iktisadi
yapı tarafından dayatıldığını, bu toplumda kadınlara biçilen
işlevlere uygun olacak şekilde tanımlandığını irdelediler.[
52]
Emma Goldman'a göre kadınların toplumda aşağı konumda
bulunmasının temelinde cinsellikle ve doğurganlıkla ilgili meseleler
yatıyordu; İktisadi etkenlerin yanı sıra bastırma gibi sosyo-cinsel
etkenlerin de kadınları baskı altına almak için kullanıldığını
fark etti. Ailenin doğal ve gerekli bir kurum sayılması, kadınların
aile içinde üstlendikleri cinsellik, doğurganlık ve
çocuk yetiştirme işlevleriyle tanımlanmasına yol
açabilirdi. Bu durum, (oy hakkı hareketinde
gördüğümüz üzere) kadınlar için
erkeklerden tamamen farklı bir ahlak kuralları ve haklar anlayışının
tavsiye edilmesine yol açabilirdi. Ailenin gerekliliği
varsayımı, teorisyenlerin biyolojik farklılıkların, ailenin gerektirdiği
cinsiyet rollerindeki diğer tüm geleneksel ve kurumsal
farklılıkları gerektirdiğini kabul etmelerine yol açar. Bunun
sonucunda, kadının kısıtlanmış rolünü bizzat onun doğasının
dayattığı farz edilmiş, filozoflar kadınları açıkça
tartışırken insan doğasıyla ilgili çeşitli anlayışlarını
genellikle kadınlarla ilişkilendirmemişler ve kadınlara farklı bir rol
biçmekle kalmayıp onları ayrı olarak ve genellikle de erkeklerle
karşıtlık içinde tanımlamışlardır.[
53] Bunu fark eden Goldman, kadının alta sıralanmasının [
subordination]
köklerinin, yıkılması gereken cinsel ve ailevi ilişkilerden oluşan
modası geçmiş sistemde olduğunda ısrar ediyordu. "Püriten ahlak", evlilik, zorunlu çocuk
yetiştirme ve ataerkil ailenin doğası; tüm bunlar kadınların
yaşamını kısıtlayan nedenler arasındaydı.
Goldman doğum kontrolü, özgür aşk[
54]
ve özgür annelik gibi cinsel radikalizm unsurlarını
benimsemişti. Ona göre kişisel özerklik, siyasal ve yasal
hakların kendiliğinden oluşturamayacağı cinsel eşitliğin asli bir
bileşeniydi. "İçsel tiranlar", kadınları, yasal ve
iktisadi etkenlerden daha fazla engelleyip sakatlıyordu:
"Kadını mücerret [genellikle dini nedenlerden dolayı evlenmeme
-çev.],
fahişe ya da umursamaz, birbiri ardına doğurduğu çocukların
yetiştiricisi konumuna mahkûm eden şey ahlaktır... Din ve ahlak,
insanlara boyun eğdirmekte sopa ya da silahtan çok daha
etkilidir."[
55]
Goldman'ın düşüncesine göre kadınların eşitliği
için atılacak ilk adım, erkeklerden ve erkek egemen kurumlardan
iktisadi, psikolojik ve cinsel açıdan bağımsız olmaktı. Bu,
erkeklerle kadınların özünde aynı oldukları inancına
dayanıyordu. (İnsanlar arasında bireysel farklılıklar olmasına karşın,
düşünsel ve psikolojik farklılıkların toplumsal cinsiyet
temelli olmadığına, dolayısıyla da kadınların kamusal yaşamda rol
sahibi olmaya hakları olduğuna inanıyordu.) Şimdiye kadar karşılaştığı
erkeklerin neredeyse hepsinin, yaptıklarını kendi cinsi için
uygunsuz görerek engellemeye çalıştığını ve onu "kadın işte" diye hafife aldığını
düşünüyordu: [
56]
"Her yerde kadına yaptıklarının
değerine göre değil, cinsiyetine göre davranılmaktadır. Bu
nedenle var olma hakkının, hangi meslekte olursa olsun bir konuma sahip
olma hakkının bedelini cinsel lütfuyla ödemek zorunda
kalması neredeyse kaçınılmazdır. Dolayısıyla, kendisini (evlilik
yoluyla ya da evlilik dışı bir şekilde) bir adama ya da birden fazla
adama satması ancak bir derece sorunudur."[
57]
Evlilik kurumunu, kadınların hor görülmesine yol açan
bir kurum olarak, hatta yasal fahişelik olarak görüyordu:[
58]
"Evlilik kurumu kadını bir asalak
ve mutlak bağımlı birisi hâline getirir. Onu yaşam savaşımı
karşısında güçsüzleştirir, toplumsal bilincini yok
eder, hayal gücünü felç eder ve ardından da ona
aslında bir kapandan başka bir şey olmayan lütufkâr
korumasını dayatır... Evlilik kadını ... bir bağımlının, çaresiz
bir hizmetkârın yaşamına hazırlarken, erkeğeyse başka bir insanın
yaşamını rehin alma hakkı bahşeder."[
59]
Goldman'a göre evlilik, kamuoyu uğruna boyun eğilmesi
gereken bir kuvvettir; ikiyüzlü bir şeydir ve aşkla
hiçbir ilgisi yoktur. İlişkilerin bağlayıcı kuvveti aşk
olmalıdır. "Evlilik esasen iktisadi bir düzenlemedir";
her kadının bedelini kendine olan saygısıyla, "ölüm
ayırana kadar bizzat yaşamıyla ödediği bir sigorta
anlaşmasıdır". Erkek ise yalnızca iktisadi anlamda bir bedel
öder.[
60] Kadınların aşk için değil de
pratik nedenlerden ötürü, mali güvence için
evlenmeleri onu tiksindiriyordu. "Özgür Aşk? Sanki
özgür olmadıkça aşk olabilirmiş gibi!"
Özgür aşk kendisini "kayıtsız şartsız, sınır olmaksızın
ve tam anlamıyla" verebilir diyordu. "Bir kere kök
saldığında" tüm mahkemeler bir araya gelse bile "onu
topraktan sökemez; ama eğer toprak verimsizse o zaman evlilik
nasıl meyve verebilir?"[
61] Kurumsallaşma,
diğer her şey gibi aşkı da kirletmiştir. Aşk evlilikleri olabileceği
gerçeğini reddetmiyordu, ancak gerçek bir aşkın olduğu
durumlarda evliliğin gereksiz olduğunu söylüyordu. Yalnızca "sevgi evliliği"ne inanıyordu. "Eğer iki insan
birbirinden hoşlanıyorsa", o zaman "aşkları
sürdükçe birlikte yaşama hakları vardır. Aşk sona
erdiğinde, onları hâlâ bir arada tutmak ne kadar
aşağılıkça bir ahlaksızlık olur".[
62]
Ardından, "[insan] ırkın saadetinin ya da ıstırabının temeli" olarak "cinsellik sorunu"nu[
63]
tanımlamaya geçer ve "sessizlik komplosu"nun
üstesinde gelmek için kamuya açık tartışmalar
yapılması çağrısında bulunur.[
64] "Evlilik", "Yeni Kadın", "Özgür
Aşk" ve "Cinsellik Sorunları" üzerine konuşmalar
yapar; cinsel ilişkinin midenin, beynin, kasların işlevleri kadar
doğal, sağlıklı ve aşırıya kaçmadan yapıldığı
müddetçe de gerekli olduğunu; insan bedeninin belli bazı
doğal işlevlerinin yerine getirilmesinden ibaret olduğunu"
açıklar.[
65] Her birey, kendi cinsel
davranışının yegâne belirleyicisi olmalıdır. Eğer bir kadın tek
eşli ya da "çok eşli" [
varietist]
ise, bu kendisinden başka hiç kimseyi ilgilendirmez; çok
eşli olmak erkekler için kabul edilebilir bir şeyse, kadın da
şüphesiz aynı hakka sahiptir. "Cinsellik: Yaratıcı Sanatın
Büyük Öğesi" başlıklı konferanslarında, cinsel
itkinin yaşamın tüm yönleri üzerindeki
gücünü vurguluyor, cinselliği bastırmanın sağlığa zarar
verdiğini, düşünsel ve sanatsal yaratıcılığı engellediğini
savunuyordu.[
66] Goldman, temel anarşist "tecavüz etmeme" [
non-invasion, başkasının nasıl yaşadığına karışmama anlamında
-çev.] fikrini eşcinselliğin savunusunda da kullanıyordu;[
67]
iki insanın gönüllü olarak yaptığı herhangi bir eylemin
ahlaksız olamayacağını öne sürüyordu. "Eşcinsellik
ve mastürbasyon gibi düşüncesiz bireylerin genellikle
aceleyle mahkûm ettikleri şeyler, ahlaki açıdan değil
bilimsel bakış açısından değerlendirilmelidir."[
68]
Baskıcı cinsel değerlerden en çok acı çekenler kadınlar
olduğu için "cinsellik sorunu" kesinlikle bir kadın
sorunudur. Goldman'a göre kadınların kurtuluşu devrim
sonrasını bekleyemez ya da daha geniş siyasi mücadelelerin bir
parçası olarak görülemez; özgür kadınlar
radikal hareketin başarısı için aslidir; dahası, kadınların
cinsel kurtuluşu, tam olarak gelişmiş insanlar olarak kurtuluşlarının
ayrılmaz bir parçasıdır. "Ben kadının bağımsızlığını, onun
kendi geçimini sağlama, istediği gibi yaşama hakkını talep
ediyorum. Her iki cins için de özgürlük, hareket
serbestîsi, aşkta özgürlük ve annelikte
özgürlük talep ediyorum".[
69]
Goldman'ın cinsel kurtuluşa yönelik düşüncelerinin
romantik olduğu söylemek (örneğin, erkeklerin "özgür aşk"ı kadının cinsel
sömürüsünü mantığa büründürmek
için kullandıklarını göz ardı eder) mümkün olsa
da, cinsellik siyaseti anlayışı açısından çoğu radikalden
çok daha ileri bir noktadaydı.
Goldman, aşkı ve keza (feminist eleştirmenlerinin eline koz vererek)
anneliği idealleştirir: "... Annelik, kadın doğasının en
yüce gerçekleşmesidir" ve "en muhteşem
ayrıcalıktır".[
70] Aşkla annelik kadınların
varoluşunun olumlu özellikleri olarak değerli
görülürler ve bir "feminist"in bunları
yüceltmesi çelişkili gözükür. Kadınların
özgürleşmesinin, onların sevme ve annelik
güçlerini aşındırdığını düşünüyordu;
kadınları yanlış bir özgürlük patikasına
yönlendiriyordu:
"Taraftarlarının çoğu
özgürleşmeyi, hakiki bir kadının, bir sevgilinin,
özgür bir annenin derin duygularının içerdiği sınırsız
sevgiye ve coşkuya izin vermeyecek kadar dar bir şekilde
anlıyorlar".[
71]
Modern feministleri, oy kullanmanın engellenmesi ya da iş yokluğu gibi
sadece "dışsal tiranlıklar"la ilgilenip, (yaşama ve
büyümeye daha zararlı olan) etik ya da toplumsal
teamüllerin "içsel tiranlıklar"ını göz
ardı etmekle suçluyordu. Özgürleşmiş, meslek sahibi,
orta sınıf mensubu kadınlara acıyordu; onlar bağımsızdılar, ancak bunun
bedelini "kendi doğalarının esas kuvvetlerini bastırarak"
ödüyorlardı, çünkü "kamuoyu korkusu
onlardan aşkı ve candan yoldaşlığı çalmıştı. Ne kadar yalnız
olduklarını ve çocuk sahibi olma özlemiyle nasıl yanıp
tutuştuklarını görmek hazindi".[
72] Dale Spender bu noktada Goldman'ı şiddetle eleştirir.[
73]
Spender, Goldman'ın "özgürleşmiş" kadına
acımasını ve onun "özgürleşmeden
özgürleştirilmesi" gerektiği argümanını kabul
edemez –çünkü Goldman'a göre "kadınlara erkeklerle iktisadi eşitlik sağlar"ken (Spender
bunun, en az şimdi olduğu kadar yüzyılın eşiğinde de şiddetle
karşı çıkılabilecek bir iddia olduğuna işaret eder) "bu
fazlasıyla övülen bağımsızlık her şeyden önce kadının
doğasını, onun annelik içgüdüsünü
körleten ve saptıran yavaş bir süreçtir".[
74]
Spender, Goldman'ın özgürleşmeyi geleneksel evlilikten
daha büyük bir trajedi olarak gördüğü sonucuna
varır, ancak ben Goldman'ın anarşizmini anlayamadığını
düşünüyorum. Bir anarşistin "hakiki kadınlık
kültü"nü olumladığını ve "anarşist devrimin
arzulanır ve kaçınılmaz bir sonucu olarak"[
75]
sunduğunu işitmek garip gözükse de, Goldman yeni anarşist
toplumun, tüm kadınların (ve erkeklerin) doğal
içgüdülerini bastırmaktan vazgeçtikleri bir
toplum olmasını istiyordu.[
76] Mevcut toplumda
özgürleşmenin gerek bireyselliğe, gerekse her bireyin "içindeki" kişiyi inkâr etmeksizin
seçtiği şeyi yapma ve olma özgürlüğüne izin
vermediğini söylemeye çalışıyordu. Sevilmenin ya da anne
olmanın, köle ya da alta sıralanmış olmakla eş anlamlı
tutulmasının gülünç olduğunu söylüyordu.[
77]
Spender'ın Emma Goldman'a yönelttiği en sert eleştiri,
Goldman'ın içinde bulundukları konumdan
ötürü biraz da kadınları suçlu bulmasıdır.
Spender, hiç kimsenin erkek egemen bir toplumda bağımsız bir
kadın olarak yaşamanın kolay olduğunu ya da bedelleri olmadığını
savunmadığını (ancak güçlükler, genellikle kadınların
bu şekilde bağımsız olmasından hoşlanmayan, onları "erkekler
için aşk yuvasına ve annelik içgüdülerinin
ifadesine" geri dönmeye zorlayan erkekler tarafından
dayatılmaktadır) ve çoğu bağımsız kadının karşılarına
çıkan sorunları aşılmaz bulduğunu söyler. Goldman'ın
sorunu, onun bir tür "süper kadın" olmasıdır ve
Alix Kates Shulman'ın işaret ettiği üzere,[
78]
süper kadının daha az başarılı kadınlar üzerinde her zaman
hem olumlu hem de olumsuz etkileri olur. Diğerlerine neler
yapabileceklerini gösteren önemli bir örnek teşkil
ederken, günlük yaşamın batağına saplanmış sıradan kadınlar
açısındansa bu örnek bir sitem işlevi görerek, onların
kendi yeteneklerini sorgulamalarına neden olabilir.
Goldman, bir anarşist ve bireyci olarak yalnızca toplumsal yapıları
değiştirmekle ilgilenmiyor, kendi ilkelerini sonuna kadar yaşama
geçirmek de istiyordu (uğruna hapse girmeye hazırdı) ve kendisi
gibi hareket edemeyen kadınlara kimi zaman tahammülsüz
yaklaşıyordu. İnsanları, otoriteye karşı direnmek için
örgütlenmenin yanı sıra birer birey olarak alışkanlıklarını
değiştirmeye teşvik ediyordu. Anarşizmle bağlantılı bireyciliğin
iradeye vurgu yapması, değişikliği başaramamanın bireysel iradenin
başarısızlığı olarak görülebilmesi nedeniyle sorun yaratır.
İnsafsız toplumsal düzenlemelerin yükü altında, zorlama
ve ahlaki körlük altında hepimizin canının yandığı fazlasıyla
doğrudur. Ancak bizler, insan ilişkilerine doğruluğu ve adaleti
getirmeyi amaçlayan bilinçli bireyler değil miyiz?
İnsanın koşulların ürünü olduğu teorisi yalnızca
kayıtsızlığa ve bu koşullara sessizce boyun eğilmesine yol
açmıştır; sağlıksız ve adaletsiz bir yaşam tarzına uyum
göstermenin bunların her ikisini de kuvvetlendireceğini herkes
bilirken, düşünme, görme ve her şeyden önemlisi de
inisiyatif üstlenme gücünü kullanma kapasitesiyle
donanmış, tüm kâinatın sözüm ona
hükümdarı olan insan giderek daha zayıf, daha edilgen, daha
kaderci hâle gelmektedir.[
79] Dolayısıyla, Goldman'ın zaman zaman yalnız kadınları değil,[
80] baskıyı kabullenmelerinden ötürü erkekleri ve hatta işçileri de suçladığı görülebilir.
Goldman'ın mücadele içindeki (bilhassa orta sınıf
mensubu) kadınlar ile (evliliğe düşmanlığı biliniyorken) evli
kadınları her zaman bir tutmadığını söylemek doğru olur. Yazıları
anlayışlı yaklaşma ile suçlamanın bir karışımını sergiler:
"Kocanın yabani ya da hoş birisi
olması önemli değildir ... evlilik kadına yalnızca kocasının
izniyle bir ev garanti eder. Yaşama ve insani meselelere bakışı,
çevresi kadar düz, dar ve kasvetli bir hâl alıncaya
kadar yıllarca kocasının evinde dolaşıp durur. Dırdırcı, pireyi deve
yapan, huysuz, dedikoducu, çekilmez birisi hâline gelerek
erkeği evden uzaklaştırırsa buna pek şaşmamak gerekir ... evlilik
yaşamı, yani tüm yetilerinden tamamen feragat etmesi, ortalama
kadını dışarıdaki dünya karşısında bütünüyle aciz
bırakır. Dış görünüşünü umursamayan,
hareketlerinde sakar, kararlarında bağımlı, yargılarında korkak
hâle gelir; çoğu erkeğin giderek nefret ettiği ve hor
gördüğü bir yük, bir baş belası hâline
gelir."[
81]
Ancak Goldman kimi zaman da gerek evli kadınların gerekse
özgürleşmiş kadınların kötü durumlarına sempatiyle
yaklaşır:
"Eski evlilik ilişkilerinin
kadınları erkeğin hizmetçisi ve onun çocuklarının
taşıyıcısı olma işleviyle sınırlandırdığı kesin olarak kanıtlanmıştır.
Yine de tüm kusurlarına rağmen evliliği, evlenmeden yaşamanın
boğuculuğuna tercih eden birçok özgürleşmiş kadın
görürüz: Kadının doğasını sınırlayan ve fazlasıyla sıkan
ahlaki ve toplumsal önyargı zincirlerinden ötürü
boğucu ve dayanılmaz olan."[
82]
Kimi zamanda evlilikte eza çekiyorsanız kocanızı terk edin ve
özgür olun dediğini görürüz; kıskançlık
acısı çekiyorsanız, diğer insanları kendi
mülkünüz gibi görmeyi bırakın;
özgürleşmiş bir kadın olarak yalnızsanız, dışarı çıkıp
özgür aşkı yaşayın. Bu tutum, oy hakkına dair konumuyla
birlikte ele alındığında pek çok feministi şok etti ve kızdırdı
(anarşist doktrinde, evli kadınların kötü durumuna ilişkin ne
sempati ne de düşmanlık ifade edilir).
Eğer Goldman orta sınıfa mensup kadınlara ve evli kadınlara karşı
hoşgörüsüzse, bunun nedeni örgütlenmelerine
yardımcı olduğu işçi sınıfından kadınların ihtiyaçlarıyla
ve arzularıyla özdeşim kurmasıydı. Bir sendika
örgütçüsü olarak, kadınların köle gibi
çalışmaktan kurtulup yaşamdan keyif almaları için
yeterince para kazanmaları gerektiğinde ısrar ediyordu. "Yaşamını
zar zor sürdürmeye yetecek kadar para kazanmasına yol
açan sözüm ona bağımsızlık, kadınların karşılığında
her şeyi feda etmelerinin beklenebileceği kadar çekici değildir,
o kadar ideal bir şey değildir".[
83] Kadınların çiçeklere, kitaplara, tiyatroya gitmeye ve romantik aşka ihtiyaçları vardır.
Fahişede, kadının toplumdaki aşağı konumunun bir örneğini görür:
"Toplum erkeği kınamak
için ağzını bile açmazken, çaresiz kurbana karşı
uygulanabilecek bu kadar canavarca başka bir yasa yoktur. Kendisinden
faydalananların kurbanı olduğu gibi devriye gezen polislerin ve sefil
detektiflerin, … hapishane yetkililerinin insafına
kalmıştır."[
84]
Goldman fahişeliği en az evlilik kadar tasvip etmese de, ait oldukları
sınıftan ötürü ve kendisi gibi püritenliğin
ikiyüzlülüğüne meydan okumalarından
ötürü fahişelerle özdeşim kurar. Onları
suçlamaz, aksine onların kötü durumunu anlar.
Dolayısıyla, orta sınıf mensubu evli kadınlarla kolayca özdeşim
kuramaması, onun feminizminin başarısızlığından ya da hatta anarşizmin
işlevinden ziyade hayal gücünün başarısızlığıdır.[
85]
Goldman'ın çağdaşı kadınlarla temel çatışması,
kadınların düşünsel bakımdan doğuştan erkeklerden farkı,
dolayısıyla onlardan iyi ya da kötü olduklarını kabul
etmemesiyle ilgilidir. Eğer erkek benlikçiliği [
egotizm],
kibri ve kuvveti kadınları köleleştirecek şekilde işliyorsa, bunun
bir nedeninin de kadınların bu nitelikleri idealleştirerek kendi
kendini sürdüren bir sistem yaratmaları olduğunu savunuyordu;
kadınlar bilinçlerini değiştirdiklerinde, bu çemberi
kırdıklarında ve kendilerini böylesi yersiz ideallerden
kurtardıklarında, "kimi zaman erkeklerin de
özgürleşmesine yardımcı olabilirler".[
86]
Gerçek kurtuluş seçim sandıklarında ya da mahkemelerde
değil, kadınların ruhunda başlar. Tarih bize her ezilen sınıfın,
efendilerinden hakiki kurtuluşlarını kendi çabasıyla kazandığını
söyler. Kadının bu dersi öğrenmesi, yani
özgürlüğünü elde etme gücünü ne
kadar artırırsa özgürlüğünü o kadar
çabuk elde edeceğini fark etmesi gerekir.[
87]
SONUÇ
Emma Goldman'ın yaşamı, her iki cinsin de
özgürlüğü için olduğu kadar "endüstriyel köleliği" sona erdirmek için
verilmiş bir mücadeledir. Toplumsal adaletsizliğin dar bir şekilde
iktisadi açıdan yorumlanmasına karşı çıkışında;
kültürel, psikolojik ve cinsel meselelerde ısrarcı olmasında
göçmen radikaller arasında neredeyse yalnızdı. Geri kalan
herkesin, anarşistlerin ve sosyalistlerin, kadınların kurtuluşunun
kapitalizmin yenilgiye uğratılmasını otomatikman izleyeceğini savunduğu
bir dönemde Goldman, (feministlerin daima yaptıkları gibi)
kadınların sorunlarının ivedilikle ele alınması ve farazi bir geleceğe
bırakılmaması gerektiğinde ısrar etti. Çoğu radikalin devrimden
sonra geleneksel rollerin güçlendirilmesini beklediği bir
zamanda, aşk ile anneliğin kurumsallaştırılmasının kadınları
mahkûm eden yapının bir parçası olduğunda ve radikal bir
şekilde gözden geçirilmelerinin gerektiğinde ısrarcı oldu.[
88]
Goldman anarşist görüşünü gerçekleştirmekte
başarısız olmuş olabilir, ancak anarşizme feminist bir boyut ve
kadınların kurtuluşu kavramına liberter bir boyut kazandırmayı
başarmıştır.
Emma Goldman'ın kadınlar için günümüzde de
geçerliliğini koruyan bir mesajı vardı. O, toplumun
çevremize koyduğu yapay kısıtlamalarla sınırların ötesine
bakmamızı söyledi bize. Anarşistlerin bireysel irade vurgusunu
kadınlara doğru genişleterek, gerek bireysel gerekse kolektif olarak
geleceğimizi kendi elimize alma hakkına ve gücüne sahip
olduğumuzu söyledi. Feminizmin aşırılıklarını (erkekten nefret
eden bir ayrılıkçılığı ya da anneliğin değerinin inkâr
edilmesini) vaaz etmedi; Goldman'ın anlayışı bize kocalarımızdan
boşanmamızı ya da özgür aşkı uygulamamızı söylemez,
ancak kendi seçimlerini yapma hakkına sahip bireyler olarak
kendimizin farkına varmamızı sağlayabilir. Kadınların kendi
iradeleriyle erkeklerden farklı seçimler yapmaları söz
konusu olabilir, ancak gelenek ve ananeler tarafından
çepeçevre kuşatılmışken bunu asla bilemeyiz. Emma
Goldman'ın feminizminin özü, kendimizi o geleneklerle
ananelerin prangalarından kurtarmamız ve erkeklerle eşit değere sahip
insanlar olarak görmemiz gerektiğidir:
"Kadının en büyük
talihsizliği ya bir melek veyahut da bir şeytan olarak
görülmesi olduğu içindir ki onun hakiki kurtuluşu
yeryüzü üzerine yerleştirilmesinden, yani insan olarak
görülmesinden geçer."[
89]
Dipnotlar:
1 Emma Goldman, "Anarchism: What it really stands for",
Anarchism and Other Essays içinde, s. 50.
2 Oxford
İngilizce Sözlüğü'nün 1933 yılı ekine
göre, (Fransızca
feminisme kelimesinden türetilen) "feminist"in İngiltere'deki ilk yazılı kullanım
tarihi 1894'tür. Bkz. Jane Rendall,
The Origins of Modern
Feminism, s. 1.
3 Living My Life.
4 Emma Goldman,
Living My Life, s. 59.
5 "Was
My Life Worth Living?",
Red Emma Speaks: Selected Writings and
Speeches by Emma Goldman içinde, ed. Alix Kates Schulman, s. 394.
6 Frank
Harris,
Emma Goldman, The Famous Anarchist, s. 228; Alice
Wexler'in alıntısı,
Emma Goldman: An Inmate Life, s. 19.
7 Bu bilgi Alice Wexler'den,
Emma Goldman: An Inmate Life, s. 24.
8 Living
My Life, s. 27-28; Goldman şöyle diyor: "Gizemli bir şey
içimde onlara karşı şefkat duygusu uyandırdı. Başlarına
gelenlere çok ağladım". Wexler (adı geçen eser
(
age), s. 23), teknik açıdan bakıldığında nihilizmin daha geniş
popülist hareketin bir öğesine atıfta bulunmasına karşın
Goldman'ın, esasen siyasal ve toplumsal radikallerden farklı
olarak en önemli şeyin kişisel isyan olduğu
düşünenlerden (1850'lerin ve 1860'ların
isyancılarından) popülist "nihilistler" diye
bahsettiğine işaret eder.
9 Emma Goldman,
Living My Life, s. 12.
10 Bakınız Wexler,
age, s. 27.
11 Emma Goldman,
Living My Life, s. 12.
12
ABD hakkında ön bilgi için bkz. P.N. Carrol ve David W.
Noble,
The Free and the Unfree: A New History of the United States;
Foster Rhea Dulles,
The United States since 1865.
13
Zengin, iyi ve akıllı kişilerden oluşan seçkin bir grubun bazı
üyeleri bir "Zenginlik Müjdesi" geliştirme
çabası içindeydiler. Zenginler yoksulların vasisi olacak,
kamusal hayırseverlik yoluyla paralarının bir kısmını dağıtacaklardı.
Ancak, daha adil bir gelir bölüşümü yerine
hayırseverliği ikame ederek zenginle yoksul arasındaki derin
uçurumu aslında daha da büyüten bir sistemi
meşrulaştırmayı amaçlayan bu teori eleştirilere ve öfkeye
sebep oldu.
14
ABD'de halkçılığın amacı ülke genelindeki
üretici sınıfların haklarını öne çıkarmak, onların
sıkıntılarına çözüm bulmak ve tekelci kapitalizmin
ülkenin iktisadi yaşantısı üzerindeki kontrolünü
kırmaktı. "Halk Partisi" adli siyasi bir kolu vardı.
15 Toplumsal Darwinciliği tamamen reddeden George, refahın bir azınlığın
elinde yoğunlaşmasının sebep olduğu sorunların, mülk sahiplerinin
toprağı iyileştirmek için hiçbir çaba
harcamalarına gerek kalmaksızın toprağın artan toplumsal değerinden
yararlanmalarını sağlayan toprak mülkiyeti sisteminden
kaynaklandığına inanıyordu. Bu kazanılmamış değer artışına el koyma
haklarının olmadığını ve bu değerin, topluluk içindeki
varlıklarıyla toprağın değerinin artmasını sağlayan insanlara geri
verilmesi gerektiğini savunuyordu. Bu, toprağa konacak "tek
vergi"yle sağlanacaktı. George bunun, yoksulla zengin arasındaki
farkı en asgari düzeye indireceğine, diğer bütün
vergileri gereksiz kılacağına ve yeni bir altın çağın başlangıcı
olacağına inanıyordu.
16
Anarşizm hakkındaki bilgiler için bkz. David Miller,
Anarchism;
George Woodcock,
Anarchism; Margaret Marsh,
Anarchist Women 1870-1921
ve birincil kaynaklar.
17
Sıklıkla "anarşizmin babası" olarak adlandırılan
Pierre-Joseph Proudhon bireycilikle komünizmi uzlaştıran bir
ekonomik sistem ("karşılıkçılık") önerdi.
18
Kropotkin'in "karşılıklı yardımlaşma" kuramı,
bireylerin kavgasının "en güçlü olanın yaşamını
sürdürmesi" olduğunu inkâr eden ve yaşamını
sürdürmek için toplumsallaşmanın gerekliliğini
vurgulayan evrimci kuramıyla, Toplumsal Darwincilik kuramlarına karşı
çıkmaya yönelik girişimiydi.
19 Emma Goldman, "Anarchism",
Anarchism and Other Essays içinde, s. 62.
20 Bkz. Alice Wexler,
Emma Goldman: An Intimate Life, s. 50.
21
Güçlü, kahraman ve yenilikçi bireye hayrandı.
Zaman zaman emek savunusunu baltalıyormuş gibi gözükerek, "ayak takımı"na ve "halk
sürüsü"ne karşı Nietzscheci tiratlar
yapabiliyordu.
22 Emma Goldman,
Free Society, 5 Temmuz 1898; Alice Wexler'in alıntısı,
Emma Goldman: An Intimate Life, s. 91.
23 Emma Goldman,
Free Society, 15 Mayıs 1898,
age.
24 Emma Goldman, "Anarchism",
Anarchism and Other Essays içinde, s. 72.
25 Emma Goldman, "The failure of the Church",
Red Emma Speaks içinde, s. 187.
26 Emma Goldman,
Mother Earth, Aralık 1907, s. 44; Alice Wexler alıntısı,
Emma Goldman: An Intimate Life, s. 92.
27
Emma Goldman Lecture, Şubat 1908, dosya 52416-43, US Dept of Labour,
Immigration and Naturalisation Service; Wexler'in alıntısı,
age.
28 Emma Goldman, "Anarchism",
Anarchism and other Essays içinde, s. 58.
29 Age, s. 56.
30 Age, s. 55-56.
31
Bu analiz hakkındaki bilgi için bkz. Carol Hymowitz ve Michaele
Weissman,
A History of Women in America; Peter N. Carol ve David W.
Noble,
The Free and Unfree: A New History of the United States ve
United States since 1865.
32 Jean-Jacques Rousseau tarafından
Emile'in (1762) Beşinci Kitabı'nda oldukça belagatle ifade edilmişti.
33
Bu dönemde kadınlara yönelik tutumların değişmesiyle ilgili
bir tartışma için bkz. Jane Rendall,
The Origins of Modern
Feminism.
34 Sayılar Hymowitz ve Weissman'dan,
A History of Women in America, s. 234.
35
Age, s. 239. 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarında
çalışan kadınlar üzerine yapılan çalışmalar,
kadınların çalışan erkeklerin yarısı ila üçte biri
oranında ücretler aldıklarını gösteriyor.
36 Living My Life, s. 16.
37 "Marriage and Love",
Anarchism and Other Essays içinde, s. 233
38 "Emma Goldman: Anarchist Queen",
Feminist Theories, ed. Dale Spender.
39
ABD'de feminizm için bkz. Margaret Marsh,
Anarchist Women
1870-1920; Jane Rendall,
The Origins of Modern Feminism; Hymowitz ve
Weissman,
A History of Women in America.
40 "Doğal haklar" argümanını kullanan kölelik
karşıtları, eğer hürriyet insana Tanrı'nın bağışladığı bir
haksa, bunu inkâr eden Tanrı'nın yasasını inkâr eder
diyorlardı. Siyaset ile dinin iç içe geçişi,
tartışmanın siyasi arenaya erişimleri engellenen kadınların dikkatini
çekmesini sağladı. Kadınların kölelik karşıtı harekete
katılmaları, onları kendi hakları için kavga vermeye hazırladı.
Mary Wollstonecraft'ın
Vindication of the Rights of
Women'da (1791) anlamış olduğu üzere doğal haklar
argümanı kullanılmaya uygun feminist bir ideolojiydi.
41
Richard Sennett,
Families Against the City (New York, 1974), s. 116;
Margaret Marsh'ın alıntısı,
Anarchist Women 1870-1920, s. 47.
42 Hymowitz ve Weissman,
A History of Women in America, s. 219.
43 Margaret Marsh,
Anarchist Women 1870-1920, s. 48.
44 Age.
45
Alix Kates Schulman'ın bahsettiği bir nokta; "Emma
Goldman's Feminism: A Reappraisal",
Red Emma
Speaks'in Girişi, s. 17.
46 Dale Spender,
Women of Ideas, s. 17.
47 Emma Goldman, 'Woman Suffrage',
Anarchism and other Essays içinde, s. 198.
48 Emma Goldman, 'Woman Suffrage',
Anarchism and other Essays içinde, s. 198.
49 Age.
50 Age.
51 Oy kullanmanın kadınlar için ne kadar az yararı olacağı tahmininde haklı çıkacaktı.
52 ABD'deki anarşist feminist kadınlara ilişkin bir tartışma için bkz. Margaret Marsh,
Anarchist Women 1870-1920.
53 Bu noktalar Susan Moller Okin tarafından geliştirilmiştir;
Women in Western Political Thought.
54 "Özgür Aşk"la kastedilen seks yapma serbestisi değil,
özgürce âşık olmaktır. Özgür aşk
taraftarları, bunun rastgele cinsel ilişkiye değil, tersine
kurumsallaşma ile geleneğin kirletmesine maruz kalmadan bir araya gelen
insanlar arasında birliğin derinleşmesine yol açacağı
inandıklarını ifade ediyorlardı.
55 Emma Goldman, "Victims of Morality",
Anarchism and other Essays içinde, s. 171.
56 Emma Goldman,
Living My Life, s. 215.
57 Emma Goldman, "The Traffic in Women",
Anarchism and other Essays içinde, s. 171.
58
Kendisinden önceki birçok feminist (özellikle de Mary
Wollstonecraft) gibi;
Vindication of the Rights of Woman (1791).
59 Emma Goldman, "Marriage and Love",
Anarchism and other Essays içinde, s. 235.
60 Emma Goldman, "Marriage and Love",
Anarchism and other Essays içinde, s. 228.
61 Age, s. 236.
62 New York World, 17 Eylül 1893; Alice Wexler'in alıntısı,
Emma Goldman: An Intimate Life, s. 93.
63 İlgili makalelere ulaşamadığım için aşağıdaki tartışma Wexler'e dayanmaktadır.
64 Free Society, 13 Ağustos 1899; Alice Wexler,
Emma Goldman: An Intimate Life, s. 94.
65 Age.
66
Emma Goldman, "The Element of Sex in Life",
the Michigan
Daily, 17 Mart 1912; Alice Wexler,
Emma Goldman: An Intimate Life, s.
94.
67
Burada, Dale Splender'in (
Women of Ideas, s. 504),
Goldman'ın eşcinselliği sorgulamadığına işaret ettiğini belirtmek
isterim. Kendi adına bunu sorgulamazken, (alıntılardan ve
Living My
Life'dan (s. 665-6) görülebileceği üzere)
cinselliği bireysel bir seçim olarak
gördüğünü ve eşcinselliğe dair herhangi bir
önyargısının olmadığını da açıkça belli eder.
68 Lucifer, 23 Mart 1901; Alice Wexler,
Emma Goldman: An Intimate Life, s. 94.
69 The Firebrand, 19 Temmuz 1897;
Emma Goldman: An Intimate Life, s. 94.
70 Emma Goldman, "Marriage and Love",
Anarchism and other Essays içinde, s. 235.
71 Emma Goldman, "The Tragedy of Women's Emancipation",
Anarchism and other Essays içinde, s. 217.
72 Emma Goldman,
Living My Life, s. 371.
73 Dale Spender,
Women of Ideas, s. 504.
74 Emma Goldman, "The Tragedy of Women's Emancipation",
Anarchism and other Essays içinde, s. 224.
75 Dale Spender,
Women of Ideas, s. 504.
76
Kropotkin gibi Goldman'ın da insanın özünde iyi
olduğunu varsaydığı ve yapay kısıtların ortadan kaldırılmasının bu "iyiliğin" ortaya çıkmasını sağlayacağını
düşündüğü unutulmamalı. Dolayısıyla, toplumdaki
diğer bireylere faydalı olmayan türden içgüdüler,
ortaya çıkması muhtemel bir sorun olarak
görülmeyecektir.
77 Emma Goldman, "The Tragedy of Women's Emancipation",
Anarchism and other Essays içinde, s. 224.
78 Dale Spender,
Women of Ideas, s. 505.
79 "Emma Goldman's Feminism: A Reappraisal",
Red Emma Speaks'e Giriş.
80 Emma Goldman, "Jealousy: Causes and a Possible Cure",
Red Emma Speaks içinde, s. 220.
81
Mary Wollstonecraft,
the Vindication of the Rights of Woman'da
aynı şekilde davranıyordu. Orta sınıfa mensup evli kadınlar
açısından içinde bulundukları durumun gerçeklerini
görmezden gelmenin daha rahat olduğunu düşünüyordu.
82 Emma Goldman, "Marriage and Love",
Anarchism and other Essays içinde, s. 234.
83 Emma Goldman, "The Tragedy of Women's Emancipation",
Anarchism and other Essays içinde, s. 221.
84 Age, s. 216-7.
85 Emma Goldman, "The Traffic in Women",
Anarchism and other Essays içinde, s. 188.
86
Alix Kates Shulman'ın belirttiği bir nokta, "Emma
Goldman's Feminism: A Reappraisal",
Red Emma Speaks, s. 16.
87 Bkz.
Living My Life, ss. 556-7.
88 Emma Goldman, "The Tragedy of Women's Emancipation",
Anarchism and other Essays içinde, s. 224.
89
Anarşist saflarda, örneğin Kropotkin kadınların özgül
sorunları olduğundan bahsetmeyi ihmal etmişti; (çağdaşı olmasa
da) Proudhon'da ise güçlü bir kadın düşmanı
damar vardı.
90 Emma Goldman, "Woman Suffrage",
Anarchism and other Essays içinde, s. 198-9.
Çeviri: AnarşistBakış
Kaynak: "A Voice for Women", Zabalaza Books.
Anarşist
Yazın Ana Sayfa --->