Jorn UTZO


Bkz. Sidney Opera Binası


1918, Kopenhag

Danimarkalı mimar, Sydney Opera Bibasıyla tanınır. mimarlık eğitimini Sten eiler Rasmussen ve Kay Eisker'in (1839-1969) yönetiminde, 1937-1942 yılları arasında, Kopenhag Kraliyet güzelsanatlar akademisi'nde tamamlamıştır, 1942-45 yılları arasında Stockholm'de Asplund'un 1946'da Helsinki'de Aalto'nun bürolarında çalışmış, 1947-49 yılları arasında avrupa, Kuzey Afrika ve Amerika Kıtalarına geziler yapmıştır. Cürretli ve fantastik projelerin yanı sıra, yapıtlarında küçük ögeleri esnek bir biçimde birleştirmeyi ön planda tutmuştur.


Projeleri:

Utzo Evi, Hallebock, Kopenhag, 1952-53
Kingobosene Toplu Konut Projesi, Elsinore, Danimarka, 1957-60
Danimarka kooperatif Yerleşmesi, Fredensborg, 1957-60
Sydney Opera Binası, 1957
Höjrup eğitim Okulu, Danimarka, 1958
Bagsygerd Kilisesi, Kopenhag, 1976
Melli Bankası, Tahran, 1959
Şehir Tiyatrosu, Zürich, 1964
Cidde Stadyumu, Suudi Arabistan

Sidney Opera Binası:

Ünlü mühendis Pier Luigi Nervi sanat ve sanatçı konularında şöyle demektedir: “inanıyorum ki sanat, sadece estetik tatminden daha fazla şeyler verir. Kanımca sanat, sanatçının yaratış sırasında duyduğu heyecan ve coşkuları kendi zihnimizde uyandırabilen, yapıtındaki o açıklanması olanaksız niteliklerdir.”

Mimarlığa bir sanat ve mimara da bir sanatçı olarak baktığımızda, asıl mimar önce coşkuyu kendinde duyan ve yarattığı eser ile de diğer insanlarda coşku uyandıran kişidir. Zaten aşk olmadan meşk olmaz tabiri de bu coşku ve duygular yoğunluğunun ne şekilde esere aksettiğini ifade etmektedir. Mimarlıkta coşkular şöyle açıklanabilir: Güdülen coşku, öz coşku, uyandırılan coşku. Coşku ılımlı ise, mimarlık da öyledir. Coşku büyük ise, mimarlık büyüktür. Coşku yoksa mimarlık da yoktur; yalnız yapı vardır. Günümüzde öyle binalar vardır ki, bırakın insanda coşku uyandırmasını bilakis, mevcudiyeti insanı rahatsız etmektedir. Buna karşın pek az eser, gerçekten görülmeye değer olup insanları kendine çeker ve varlığıyla insanlarda heyecan uyandırır.

İşte görünce insanda bir coşku uyandıran eserlerden biri de Joern Utzon’un Sydney’deki Opera Binasıdır. Modern mimarinin biçim işlev birliği ilkesini kökünden sarsan bu eser kuşkusuz, günümüzün en ileri teknik ihtiyaçlarına yetkinlikle cevap verecek düzeyde düzenlenmiştir.

Bu eserin serencamı, 1950’lerin ortalarında, Sidney kentinde sanat ve kültür eylemlerini içeren binalar kompleksi yapılması planlanarak başlar ve yer olarak da Benelong Point denilen küçük bir yarışmada bu amaçla seçilir.

Yarışma programı başlıca şu isteklerden şekillenmişti:

İki adet esas salon istenmekteydi; birincisi 3000 ila 3500, diğeri ise yaklaşık olarak 1200 seyirci alabilecek büyüklükte olmalıydı. Bu salonlar, aşağıdaki gereksinimleri karşılayacak şekilde tasarlanmalıydı:

Büyük salon   Küçük salon
a) senfonik konserler   a) küçük operalar
b) büyük ölçekteki operalar   b) oda müziği
c) bale ve dans   c) konser ve resitaller
d) koro çalışmaları   d) söylevler
e) büyük toplantılar

Bunlara ek olarak seyirci kapasitesi daha küçük olan müzik ve dram imkanları da istenmekteydi. Dolayısıyla, programın içeriğinden de anlaşılacağı üzere bu yapı kompleksine Sidney Opera Binası yerine sanat ve kültür merkezi demek daha yerinde olacaktır

Düzenlenen bu yarışmaya tam 223 kişi projeleriyle katılır. Seçici kurul dört mimardan oluşmaktadır; J. Leslie Martin, Cobden Parkes, Harry I. Ashworth ve Eero Saarinen.

Eero Saarinen, jüri’nin çalışmalarına bir süre geç katıldı ve o ana kadar jüri, 222 projeyi tetkik etmiş ve bunlardan 212 adedini eleyerek yarışma dışı bırakmış ve geri kalan 10 proje üzerinde son kararını verecek çalışmalarına geçmişti.

S. Giedion, mimarlıkta işverenin kültür düzeyinin mimarınki kadar önemli olduğunu söylemektedir. Burada işverenin temsilcisi durumunda yarışma jürisini kabul edebiliriz.

Olayın bundan sonraki gelişmeleri çok ilginçtir: Saarinen, çalışmalara katıldığı zaman, jürinin diğer üyelerinin başarılı bulduğu son 10 proje ile tatmin olmaz ve elenmiş tüm projelerle ilgilenip Utzon’un projesini bulup çıkarır. Jüri’ye göstererek “Baylar, bu birinci ödüldür” der.

Proje müellifi Utzon, Danimarka Krallık Sanat Akademisini bitirmiş ve bu arada kent plancısı Steen Eiler ve Rasmussen’in öğrencisi olmuştur. 1945’de, Alvar Aalto ve Gunnar Asplund ile birlikte çalışmıştır. 1948’de heykeltıraş Henri Laurens, ressam Fernand Légar ve Le Corbusier ile ilişkileri olmuş ve 1949 yılında ise Amerika Birleşik Devletlerine gitmiştir. Burada da Frank Lloyd Writh ve Mies van der Rohe ile tanışmıştır. Meksika’ya da giden Utzon, Maya’ların ve Aztek’lerin mimarlık yapıtlarını da görmüştür.

Böylece yetenekli bir mimarın çok değerli bir öz geçmişi, çalışma ve araştırma birikimi olduğunu görmekteyiz. Yaşının da 38 olduğunu ve bir hayli tecrübe kazandığını da düşünürsek, artık Utzon’un kendine güveninin tam olduğuna ve kişisel atılımlarında bulunmanın eşiğinde bulunduğunu kabul edebiliriz.

Bu eserde Utzon, rasyonel-geometrik yön yerine irrasyonel-duygusal yönü seçmiştir. Gerçekten de konu, içeriği nedeniyle duygusal davranışlara geniş ölçüde elverişliydi. Bu yapı sadece bir takım pratik fonksiyonlara yanıt veren bir yapı değil, aynı zamanda o kentin simgesi olmalıydı. İstanbul’un minareleri, Paris’in Eiffel kulesi, New York’un hürriyet heykeli gibi. Artı burada “Biçim” içteki aktiviteleri örten bir “Kılıf”tan daha ötede bir şey olmalıydı.

Yapı için düşünülen yer, deniz üzerine çıkıntı yapan küçük bir yarımadacık olarak karşılaştırılmıştı. Çevresinin denizle çevrili oluşu burada yapılacak yapıyı yalnız bırakıyor ve kendi kişiliğini serbestçe gösterebilmek olanağını sağlıyordu.

Gerçekten de arsa ve çevre verilerinin Utzon’un tasarımı üzerinde en önemli etkilerinden biri olduğu ifade edilebilir.

Mimarın yaratı ve hayal gücü, ona rüzgarda yelkenleri şişmiş bir gemi görünümü veren skeçleri çizdirmiştir; yapının görünen imajı’nın esas hareket noktası budur; bu duygusal, romantik, sezgisel ve coşkulu yaklaşımdır ki yapıyı özgün, eşsiz ve benzersiz yapmış; sanatçının üstün yaratma gücü heyecan uyandırmıştır.

İşleve tıpatıp uygun bir tarzda yapılmış konser salonları dışarıya, kütleye, giderek de cepheye direkt olarak yansımazlar. Mimar arada bir kör-sağır geçiş bölgesi bırakarak, onların üzerine şehirsel mekanda simgesel, iletişimsel etkinliğe inandığı bir ek volümetri getirir. Böyle hareket etmekle, şehirsel mekanı iç mekanın boyunduruğundan kurtarmış olur.

Utzon, eserinin ana özelliklerini şöyle açıklar:

“Sisney Opera Binası, çatının büyük önemi olan yapılardan bir tanesidir. Sidney Opera Binası yukarıdan da görülecek bir yapıdır... çünkü, limanın içine girmiş olan bir noktaya oturmaktadır...”

“...kare bir biçim yapmak yerine bir heykel yaptım. Gerekli fonksiyonları kapsayan bir heykel: diğer bir deyişle odalar kendilerini ifade ederler, odaların ölçüleri bu çatılarda ifade edilmişlerdir...”

Eser gerçekten de bir heykel gibidir. Avustralyalı bir yazar olan Robin Boyd, yapıt hakkında şöyle yazmaktadır: “Opera Binası, Dünyanın diğer Ülkelerince de bilinen Avustralya’daki tek yapıdır. Şöyle ki, tasarımcısının yabancı oluşu onu meşhur yapmıştır. Fakat, çeşitli sebeplerle binanın kötü bir şöhreti vardı. Ancak, binanın hizmete açılmasıyla bütün bu tartışmalar ve eleştiriler unutuldu. Sidney caddelerindeki insanlar artık ondan hoşlandılar. Sidney, Opera Binasının orada bulunmasından o kadar memnundur ki, binanın içinde ne olduğuyla ilgilenmezler bile. Belki Tac Mahal gibi binanın içi boş bile olabilirdi. Hatta bu belki daha iyi olacaktı. Sadece bir heykel gibi...”

Jüri Utzon’un projesi ile ilgili izlenimlerini şöyle dile getirmektedir: “...Opera Binası tasarımının en güç sorunlarından birisi de sahne kulesinin çevresi ile olan ilişkileridir. Çözüm, iki salonun da bir seri halinde birbirine geçen kabuk örtüsü içinde ele alınmış olup, sahne kulesi de sahne kulesi de bu kabuklardan biri ile örtülmüş ve böylece “bütün” içindeki harmonik süreklilik sağlanmıştır...”

“...kabuk örtülerin beyaz, yelken gibi olan biçimlerinin limanla olan ilişkileri, onun yatlarının yelkenlerininki gibi doğaldır. Bu yarımada için daha iyi bir siluet düşünebilmek güçtür. Tonozvari şekillerin dinamik biçimleri, onun arka fonunu oluşturan yapılarla kontrast yapar ve limanın tüm manzarası içerisinde projeye özel bir önem kazandırır... tekrar ve tekrar çizimleri incelediğimizde ikna olduk ki bu proje, dünyanın en önemli binalarından biri olabilecek bir opera binasının kavramını ortaya koymaktadır. Bu projenin en özgün ve yaratıcı teklif olduğu görüşündeyiz. Onun meziyetlerinden bütünüyle tatmin olmuş durumdayız.”

Ancak bu mimari yapıt, birçok güçlükler karşılığında elde edilmiştir. Hatta eser tamamlanmadan Utzon’un görevinden istifa etmek durumunda bile kalmıştır. Gerçekten de 16 sene gibi uzun bir zamanda tamamlanabilen bu eser, zaman süresi içinde enflasyon, yeni ve özgün strüktür sistemleri, hemen hemen her detayının farklı olması v.b. nedenlerle ön tahminlerden kat kat pahalıya mal olmuştur. Yaklaşık 7 milyon dolara mal olacağı tahmin edilen yapı 120 milyon dolara yapılmıştır. Buna karşılık, 1973 yılında hizmete açılan binayı görmeye gelenler o kadar çoktur ki 1988 yılında tam 500 milyon dolar gelir getirmiştir. Yapılan yatırımların muhteşem geri dönüşü...


Kaynak:
Erhan ULUDAĞ-
İMGEDEN İMAJA, BİR ESER; SİDNEY OPERA BİNASI
Prof Mimar Enis Kortan, Sydney Opera Binası- Arkitekt sayı:366 yıl:1977
Bülent Özer, Yorumlar-1993 İstanbul
Forest Wilson, The Sydney Opera House: A Survivor -Architectre/ September1989

Hosted by www.Geocities.ws

1