HİNDİSTAN SANATI 


Gupta Üslubu


HİNT SANATI

Sürekli değişken etkilere karşın, Hint sanatı daha başlangıcından beri, temelde kutsal bir sanat olmuş, değişmeden kuşaktan luşağa aktarılan kurallara uymuştur. Yüzyıllar boyunca sanatçılar Budhacılık, Hinduluk ve Caynacılık gibi üç büyük dinin hizmetine girmişlerdir. Ressamlar, heykelciler ve mimarlar, biçimlerin soyut kusursuzluğuyla, mimariye temel çizgilerini veren kozmolojik simgecilikle, tanrısal gerçekleri açığa vuran insan görüntülerinin uyumuyla, doğal güçleri "kişileştirilmiş", sanatsal yaratıyı ve insan etkinliklerini evrensel uyuma ulaştırarak yüceleştirmiş, süsleme öğeleri, simgeler, sitlerden yararlanılarak dünyanın düzenini görselleştiren bir görünüm saptamışlardır. Söz gelimi yarıküre biçiminde bir anıt-mezar olan Budha çevresinde gezinmek için parmaklıklı taraçasıyla (Snçi Büyük Stupa 'sı; İ.Ö. II. yy.) evrenin kusursuz bir minyatürü sayılır. Duyarlılık, yücelik, düzen, coşku, dinamizm, ritmik motifler, hem tanrıların evrensel etkinliğini, hem de bütünüyle kaynaşıp giden zincirleme yeniden-doğuşları belirleyen başlıca özelliklerdir.

SUNGA SANATINDAN GANDHARA SANATINA (İ.Ö. 185-1.S. 50)

Maurya sülalesinden sonra Sunga sülalesi tarafından Bharhut (Kalküta) Vedika'sıyla gerçekleştirilen ve hareket anlayışıyla Hint ruhuna uyan bir sanat çıktı. Bu sanat Budha efsanelerinin, Jakata yada Budha'nın daha önceki yaşamlarının anlatılmasına yarıyordu. Söz konusu sanatın benimsediği üslupta belli bir eksiklik göze çarpmakla birlikte, madalyonların çok çeşitli yontulma biçimlerinde büyük bir ustalık vardı. Kabartmaları Hint heykelciliğine bin yıl boyunca yaşam veren özellikleri sergileyen Sançi Stupa'sının kapıları şaşırtıcı bir esin zanginliğini yansıtır: Bu heykelciliğin söz konusu özellikleriyse ön planda çok belirgin çıkıntılar, eğri çizgilere dayanan biçimlerin alabildiğine yayılması, her sahne yada atma'da kendine özgü canlılık ve ritimdir.

Sunga sanatının kusursuz örnekleri Bihar'da, Bodh-Gaya'da büyük bir dörtgen içinde yeralan Bodhi ağacı ve Cankrama'dır. Bu dönemde Budhacı rahipler (Dekkan'da) ve Cayna çilecileri (Orissa'da) yalıyarlara oydukları ve tapınmaya (Şayta) ayrılmış yüzlerce salon içeren mağara-manastırlara yerleştiler.

İ.Ö. I. yy'dan kalma en eski yapılardan biri de Bhaca'dadır: Büyük salondaki heykellerin arasında, arabasını süren güneş tarnrısı Surya ile filine binmiş tanrı İndra vardır. Ama şeritler halinde sıralanmış öykülü freskleri, Brahmacı ve Caynacı doğrultuda süslenmiş mağaralarıyla en önemli grup Andra Pradeş eyaletindeki Ajanta (İ.S.V. yy) ve Ellora (İ.S.VII. yy) grubudur.

Hindistan'ı Romalılardan etkilenen Kuşanların istila etmesi üstüne, "Akdeniz'e özgü" plastik formül ve motifler gelişti: Yakındoğu'daki Roma illerinden gelen heykelciler Gandhara sanatında kendini gösterecek olan bir klasizm anlayışını kabul ettirdiler Budha'nın insan biçimindeki görüntüleri Yunan-Roma motifleriyle zenginleşti: Dalgalı saçları tepesinde bir topuz halinde toplandı, keşiş cüppesi giydirildi, alnının altında dümdüz bir burun uzadı.

Kabartmalarda Romalılardan alınma bazı kazı teknikleri kullanılmaya başlandı, kesintisiz anlatım üslubundan vazgeçildi, her levhayla bağımsız bir sahne canlandırılmaya başlandı, Gandhara Okulu'na koşut olarak alçı kullanan bir süsleme heykelciliği okulu da gelişti (Hodda başları)

MATHURA SANATI SONRASI (50-320)

Gandhara sanatı varlığını sürdürürken, Ganj'ın aşağı havzasında eski Hint geleneklerini sürdüren heykelcilik okulları gelişti. İndus uygarlığının yarattığı geleneksel ikonografiden yararlanan Mathura üslubunu tümüyle Hindistan'a özgüdür: Geniş omuzlu, gövdesi bele doğru incelen insan tipi, bütün geleneksel Hint sanatı okullarında büyük değişikliklere uğramadan kalmıştır (Bhutesvar Stupasındaki Yakşi Figürleri, İ.S.II.yy) Hint sanatının gerçek klasik dönemi olan gupta çağıyla (320-484) ile birlkte heykel sanatı doruk noktasına ulaştı ve modellerini tüm Budhacı Asya'ya yaydı. Sappath ya da Mathura heykelleri bu sanatın Hint ideallerinde geri dönüşü vurgulayan özelliklerini çok iyi yansıtır.

Gupta dönemi mimarisinin özelliği, daha sonra her yanda benimsenen bir tapınak tipidir. Tapınak, bu yapı biçimden eğri damlı ya da piramit biçimli gerçek bir kuleye dönüşür. Birinci tip Kuzey mimarisine (Tancor) özgüdür. Tapınak yalnız başına yükselmez, duvarla çevrili bir alan içinde giderek büyüyen bir yapılar bütünü içinde yer alır. Ajanta'daki eşsiz güzellikteki freskler (VI. - VII. yy) de gene Gupta döneminde ortaya çıkmıştır. Elephanta'da tapınağın düz tavanları, mitoloji konularını işleyen fresklerle, duvarlar kabartma insan figürleriyle süslenmiştir.


GUPTA ÜSLUBU

Hindistan'da Gupta sülalesi döneminde gelişmiş üslup.

Hindistan'da 320 yılına doğru yerleşen ulusal Gupta sülalesi (IV.yy.-VI.yy.) ülkede büyük çapta bir siyasal birlik kurmaya girişti ve bunda başarılı oldu: Birliğin sağlanmasından sonra, Hindistan'da kültür ve sanat alanında o güne kadar varolmayan bir gelişme görüldü.

HEYKELCİLİK

Gupta dönemi heykelciği daha çok insan bedenini görüntülemeye yönelmiştir; Budha ya da daha seyrek olarak Brahma tanrıları, hep zengin giysiler ve süsler içinde insan olarak canlandırılmıştır. Yaklaşık V.yy'dan sonra Budhalar, Yunan-Budha üslubunun kumaş kıvrımlarını işleme biçiminden de yararlanılarak, bedenin bütün oylumlarını gözler önüne serecek biçimde, saydam ve ince bir musline örtülmeye başlandı. Gupta üslubundaki Budhaların pek çoğunda bu kumaşın kullanıldığı göze çarpar. Gupta üslubundaki heykellerin en güzelleri, Hint sanatıyla ilgili inceleme kitaplarında (şastra) açıklanan ölçülere uyularak dengeli ve uyumlu biçimler oluşturulduğunu gösteren örneklerdir. Yunan-Budha üslubuna özgü haleler de zamanla gelişerek efendilerin başlarının arkasında ve omuzlarında, çok sayıda dekoratif motiflerle süslü dev bir çembere dönüştü.

Budhacılık ve brahmacılıkla ilgili sahnelerde, ikinci dereceden kişilerin gövdelerinin üst bölümleri çıplak, alt bölümleri uzun bir eteklikle örtülüydü (Ajanta, Deogarth); çoğunlukla başları da ağır ve karmaşık süslerle bezenirdi. VI. ve VII. yy'lara doğru, figürlerin kalınlaştığı görüldü. yapıtlardaki orantılı hesaplamaya yönelik matematik kuralları da giderek çoğaldı ve belirli bir düzen kazandı.

MİMARLIK

Mimarlık doruk noktasına Gupta döneminde ulaştı. Bu dönemde belli bir tapınak modeli (küçük sançi tapınağı) benimsendi. Daha sonraki dönemlerde planda küçük bir değişiklik yapıldı. Söz konusu tapınak, tek bir dikdörtgen bloktan oluşuyordu (Garbha Griha); bu taştan yapılma basit cella 'nın önünde de hipostil (tavanı sütunlar üstüne oturan) bir yapı (mandapa) yeralıyordu. Hint üslubunun geçirdiği son evriminin belirgin örneğini oluşturan bu tapınakta, dikdörtgen bir tabandan, sekizgen gövdeli sütunlar yükseliyordu.

Gupta sülalesi döneminde, mimarlık alanında pek çok mimarlık öğesi ortaya çıktı ve geliştirildi: Vimana, gopura (süslerle dolu çok katlı çatılar) ve çikhara.


Bkz. İslam Sanatı ve Hindistan

Hosted by www.Geocities.ws

1