Gotik Nedir?


Gotik Stili Kim Buldu ?

Acaba Gotik mimarlar bu yeni sanatın gizlerini nereden türetmişler?

Gotik ve Ortaçağ


Gotik sözcüğü, herkeste genellikle güzel çağrışımlar uyandırır: katedraller, kiliseler, sivri kuleler, eski tarz bir dekorasyon. Oysa, bu sözcüğü ilk kez kullanan Rönesans dönemi İtalyan sanatçıları için Gotik terimi oldukça değişik bir anlam taşımış ve klasik biçimlere karşı çıkan Kuzeyli barbarların, özellikle Cermen kökenli halkların kültürünü simgeleyen bir sözcük olarak geçerlik bulmuştur.

Gotik sözcüğü ilk önceleri Rönesans olgusunun dışında kalan tüm barbar kültürü ifade etmek için kullanılmıştı. Ancak sonradan, bu kültür daha iyi anlaşılıp, takdir edilmeye başlanınca daha dar bir anlamda, yalnızca mimari bir biçimi belirtmek amacıyla kullanılır oldu. Daha yakın dönemlerde ise, halk dilindeki anlamıyla, tümüyle dinsel yapılarla, özellikle katedraller ile bağdaştırılan bir terim haline geldi. "New English Dictionary" (Yeni İngilizce Sözlük) Gotik sözcüğü için şu tanımı vermektedir:

"Batı Avrupa’da XII. yüz yıldan XVI. yüz yıla kadar yaygın olan mimari stil için kullanılan terim. Stilin temel özelliği sivri kemerlerdir. Aynı zamanda mimari ayrıntılarda ve süslemede de uygulanmıştır".

Aslında bu tanım yeterince kesin değildir. Mimarlık tarihi uzmanlarından bir çoğu, Gotik stilin temel özelliğinin sivri kemerler olduğunu kabul etmeyip, farklı kuramlar ileri sürebilirler. Ayrıca, Gotik stili yalnızca mimarlığa özgü olarak kullanmak da pek doğru değildir. Zira Gotik yalnız yapılar için değil; mobilyalar, giysiler, süslemeler, hatta mutfak aletleri ve davranış biçimleri için bile geçerli bir kavramdı. Ne var ki, günümüzde kilise yapılarının dışında Gotik stilden geriye hemen hiç bir şey kalmamıştır.

Konunun uzmanları, örneğin "Medieval Art" (Orta Çağ Sanatı) isimli eserinde Lethaby, Gotik stili tüm Orta Çağ sanatı ile özdeş tutmakta, üstelik renkli cam süslemelerini, el yazmalarını, şiirleri bile Gotik kapsamına sokmaktadır. Uzmanlar, XIX. yüz yılda De Caumont önderliğindeki arkeologlar tarafından Gotik sözcüğünün dar anlamda (yalnız mimarlık için) kullanılmaya başlandığını belirtmektedirler. Arthur Kingsley Porter, “Medieval Architecture" (Orta Çağ Mimarisi) adlı yapıtında Gotik sözcüğünün, Rönesans döneminde tüm Orta Çağ yapıları için uygulanan genel bir terim olduğunu, ancak XIX. yüz yılda De Caumont ve diğer arkeologlarca sivri kemerli yapıları “Romanesk" denilen yuvarlak kemerli yapılardan ayırabilmek için kullanılmaya başlandığını söylemektedir. Öte yandan, bazı yazarlar Gotik sözcüğünü kullanmaktan özellikle kaçınmışlardır. Örneğin Rickman “İngiliz Mimarisi", Britton da “Hıristiyan Mimarisi" terimlerini tercih etmişlerdir.

Gotik ortaya çıkana dek Batı Avrupa’daki tüm yapı biçimlerinin temelini oluşturan “Romanesk" mimarlık oldukça basit bir ilkeye bağlıydı ve özünü eski bazilika inşaatlarından almıştı. Bu ilke, dört duvar üzerine oturtulan düz bir çatıdan ibaretti. Eğer çatı kubbeli ya da çıkıntılı olursa, yan ağırlıkları taşımaları için duvarların kalınlaştırılması gerekliydi. Bu nedenle, geniş iç mekânlar gerektiren büyük yapılarda duvarlar fazlasıyla kalın yapılıyordu. Duvarların yeterince sağlam olması için ise pencerelerin pek küçük olmaları gerekiyordu. Sonuç olarak, Romanesk yapılar bodur ve hantal görünümlü, iç mekânları karanlık ve hüzünlü yapılardı.

Gotik mimarlar, iç mekânlarda yeterli genişliği sağlayan sivri ve yüksek kemerler kullanarak, Romanesk yapıların uygunsuz koşullarından kurtulma çaresini bulmuşlardı. Üstelik kemerli payandalar kullanarak yan ağırlıkları desteklemesini de biliyorlardı. Bu sayede, duvarların üzerindeki büyük yük azaltılmış oluyordu. Açılan büyük pencereler ve kullanılan renkli camlar iç mekânların tatsız karanlığını ve hüznünü yok ediyordu. Zamanla, yapıyı oluşturan çeşitli öğeler; kemerler, payandalar, sütunlar ve duvarlar, tıpkı bir makinenin gerekli parçaları gibi, bütün halinde uyumlu bir sistem biçimine dönüştü. Yapının çeşitli öğelerini uyumlu bir biçimde örgütleyen bu bütüncül sistem Gotik stilin özünü ve Romanesk stilden ayrılmasını sağlayan ana niteliğini oluşturdu. Kemerler, payandalar, sütunlar gibi teknik özellikler stili belirlemede ikinci plana düştü.

Violet-le-Duc’ün ünlü Gotik tanımına göre; “tümüyle Romanesk stilden ayrı evrimleşmiş olan Gotik stilin ayırt edici özelliği, yapının tüm karakter ve görkeminin titizlikle örgütlenmiş ve içtenlikle uygulanmış bir sisteme bağlı olmasındadır".

Moore’un tanımlamasına göre; “Gotik mimari kısaca, payandalar ve ayaklar tarafından taşınan bağımsız bir kemerler ağı ile bunların üzerine oturtulmuş bir çatının oluşturduğu bir yapı sistemidir. Yapının tüm dengesi, ağırlık ve karşı-ağırlıklar sayesinde sağlanmıştır. Tüm sistem, mimari koşullara ve sanatsal formlara uygun, konularını doğadan alan yontularla bezenmittir. Gotik, dinsel inanç ile esinlenmiş, ulusal ya da yöresel tutkularla uyarılmış laik zanaatkârların ürünü olan yaygın bir kilise mimarisidir".

Moore, Gotik’in anahtarını payandalarda bulur. Diğer uzmanlar farklı kuramlar sunarlar. Porter’a göre temel nitelik kemerli çatıdır. Phillips sivri kemerlerin tüm sistemin özü olduğunu ileri sürer. Gould için, en üstün değer taş çatılardadır. Oysa Lethaby, Gotik stilin özünü bu tür teknik özelliklerden çok, yapının genel Orta Çağ karakterinde bulmaktadır.


Gotik Stili Kim Buldu ?

Gotik’in nerede ve ne zaman başladığı konusunda mimarlık tarihçileri arasında büyük görüş farklılıkları vardır. Gotik stilin oluşumunun kendi ülkelerinde gerçekleştiğini savunan İngiliz yazarlar, ilk örneğin Durham’da 1100 yılları civarında ortaya çıktığını ileri sürmektedirler. Oysa ayrıcasız olarak tüm Fransız yazarlar, Gotik’in başlangıcının Paris ve çevresinde gerçekleştiğini savunmakta ve ilk Gotik anıtın, yapımına 1140 yılında başlanan Saint Denis Manastır Kilisesi olduğunu söylemektedirler. Çağdaş yazarların büyük çoğunluğu Fransız kuramını kabul etme eğilimindedirler. Porter, yeni stilin 1063 yılında Paris’te başladığını ve doruk noktasına 1120 yılında Amiens nefi (orta sahını) ile ulaştığını belirtir.

Roman and Medieval Art" (Roma ve Orta Çağ Sanatı) adlı kitabında Goodyear, Gotik stilin başlangıcı ve gelişmesi hakkında şunları dile getirir: “Gotik’in “erken", “orta" ve “geç" dönemleri olduğu belirtilir. Oysa, bu dönemler arasında kesin sınırların bulunmadığı bilinmelidir. Genel olarak XII. yüz yılda Gotik Fransa’da başlamıştır ve diğer ülkelerde XIII. yüz yıl öncesinde bu stile rastlanmaz. XIII. ve XIV. yüz yıllar Gotik stilin yetkinliğe ulaştığı dönemlerdir. XV. yüz yılda ise göreli olarak gerileme görülür. Hem Almanya ve hem de İngiltere’de Gotik XIII. yüz yılda ortaya çıkmıştır. Halbuki İtalya, Gotik’i asla tümüyle kabullenmemiştir. İngiltere, Gotik stilde en yoğun yerel ve ulusal uygulamaların yapıldığı ülkedir ve bu nedenle İngiltere’de Gotik’in ikinci el olarak, bir taklit biçiminde uygulandığı aşikârdır. Biçimsel güzellik ve genel çekicilik açısından İngiliz katedralleri diğer tüm ülkeler ile yarışabilirler; ancak Gotik’in ortaya çıkıp gelişmesi açısından öncelik Fransızlara ait olmuştur."


Acaba Gotik mimarlar bu yeni sanatın gizlerini nereden türetmişler?

Bu konuda da, çok sayıda farklı kuramlar mevcuttur ve pek aklı başında savların yanı sıra oldukça saçma olanlara da rastlanabilir. Lascelles, mimarların sivri kemerleri Nuh’un Gemisinden öğrendiklerini ileri sürmüştür. Stukeley, yeni yapı ilkelerinin Druid’lerin mağaralarını taklit etmeye çabalarken keşfedildiğini savunur. Ranking’e göre Gotik stil, temelde Gnostik bir karakter taşımaktadır. Christopher Wren, Gotik’in Araplardan alındığını söylemiştir. Findel’e göre, Gotik sanatı bulma onuru Cermen kökenli halklara aittir. Scott bu kurama katılmakta, ancak Fransa ve İngiltere’ye yayılmasını “Comacine Ustaları"na bağlamaktadır. Lewis, bu denli açık ve kesin ilkelerin ancak tek bir kişi tarafından oluşturulabileceğini düşünür ve Gotik sanatın keşfi onurunu Fransa kralı Şişman Louis’nin başbakanı Suger’e verir. Pownall, Gotik’in ağaç oymacılığından türediğini belirtir.

Günümüz sanat tarihçilerinin genelde birleştikleri kuram, Gotik’in zamanla ve ustadan çırağa sözlü eğitim ile evrimleştiği, kaçınılmaz olarak dönemin mimari ve toplumsal koşullarından etkilendiği biçimindedir. Bu kurama Gould da şu sözlerle katılır: “Gotik, bir taklit ya da çalıntı değil, özgün bir stildir. Avrupa’nın çeşitli yörelerinde hemen hemen eşzamanlı olarak belirmiş ve zamanla gelişmiştir."


Gotik ve Ortaçağ

Ortaçağ Mimarisinde Gotik Tarz

Porter, payandaların Gotik stilin ortaya koyduğu yeni bir mimarlık ilkesi olduğunu belirtmektedir: “Gotik stilin doğumunu işaretleyen en önemli buluş, kemerli çatıların zaferini olanaklı kılan payandalardır. Bu bakımdan büyük olasılıkla, payandaların yarattığı olanak ve yararlar başlangıçta hemen fark edilmemiştir. İlk dönemlerde, payanda kullanılmadan inşa edilen oldukça büyük yapıların varlığı bilinmektedir. Ancak, çatının çökme tehlikesi karşısında payandaların sonradan eklenmesi sık rastlanan bir uygulamadır."

Benzer açıklamalar, Gotik’in temel unsurlarından biri olan sivri kemerler için de yapılabilir. Bir yapım unsuru olarak kemer oldukça eskilerden beri, Haçlıların Kudüs’ü ele geçirmelerinden çok önceleri kullanılmaktaydı ve Gotik mimarlar tarafından benimsenmesi zamanla ve zorunluluk nedeniyle gerçekleşti. Başlangıçta Gotik mimarlar uzun süre eski tür yuvarlak kemerleri kullanmakta ısrar ettiler. Süsleme amacıyla kullanımı ise daha sonraları ortaya çıktı.

Gotik mimari, tek bir grubun çabalarının ürünü değil XII., XIII. ve XIV. yüz yıllarda Avrupa ve İngiltere’de yaşayan bir çok grubun ve örgütün eseridir. Özellikle İngiltere’de, II. Henry ve Magna Carta’yı imzalayan Yurtsuz John’un hükümdarlıkları sırasında toplumsal yapının ne denli karmaşa içinde ve halk yaşamının ne denli enerjik olduğunu anımsamak gerekir. Batı Avrupa’da durum pek farklı değildi; Capet hanedanını devirenler Frank toprakları üzerinde, Paris ve çevresinde eski Roma ile mukayese edilebilecek bir imparatorluk oluşturmuşlardı. Kentlerin özgürleştiği, feodal soyluların bölücü yaklaşımları karşısında kralların giderek güçlendikleri bir dönemdi bu. Papalık gücünü tüm Hıristiyan dünyasına yaymış ve neredeyse ahlâkî ve dinî bir bütünlük oluşturmayı başarmıştı. Bu birlik çok geçmeden Kudüs’ü almak için Filistin’e ordular gönderecekti.

Porter’in “Medieval Architecture" (Orta Çağ Mimarisi) adlı eserinden alınan şu satırlar, Gotik’in gelişme dönemindeki koşulları açıklamaktadır:

“Gotik katedrallerin en şaşırtıcı tarafı üretildikleri çağdır. Eşkiya baronların kargaşası, çekişen hiziplerin gürültüsü ile Kilise’nin bilgisizlik ve boşinançları arasında, bu alabildiğine entellektüel, ülküsel ve sevimli sanat aniden filizlenmiştir. Kargaşa dolu Orta Çağda Gotik’in doğuşu adeta bir zamanlama hatası gibi görülebilir. Döneminin ruhuna kesin biçimde karşıt gibi görünen Gotik mimari, aslında dönemin koşullarından derinden etkilenmiştir ve ancak o günlerin siyasal, dinsel, ekonomik ve sosyal koşulları dikkate alındığında Gotik’in özü anlaşılabilir. XII. yüz yıl, kendinden önceki yüz yıllardan çok daha ileri bir dönemdir ve “Fransız Rönesansı" diye adlandırılması hatalı olmaz."

“Bu entellektüel devrim, pek köklü bir ekonomik atılım ile birlikte oluşmuştur. Uzmanlar, bu dönemin getirdiği değişiklikleri XIX. yüz yıldaki gelişmelere yakın bulurlar. Kentlerde çalışanlar serflikten kurtulmuşlar ve özgür örgütler altında birleşmeye başlamışlardır. Benzer bir gelişme köylerdeki serfler için de gündemdedir. Böyle bir ekonomik özgürleşmenin yararları muazzam olmuştur. Hac yolculukları, Fransız şövalyelerinin Avrupa’nın her yanına dağılması ve hepsinden çok Haçlı Seferleri, ticari yaşam için önceleri hayal bile edilemeyecek yeni etkinlik alanları yaratmıştır. Giderek güçlenen ve sayıları artan meslek örgütleri, Normandiya ile İngiltere arasında gelişen ticari ilişkiler, Montpellier ve Marsilya kentlerinin ikiye katlanan refah düzeyi, pazarların çoğalması, panayır ve fuarların artan önemi, tüm bu değişen koşullar halkın maddi yaşamındaki köklü gelişimi açığa koymaktadır. Çalışanların yaşamı kolaylaşmış, kentlerin ekonomik üretimleri artmış, yeni köprüler ve yollar yapılmaya başlanmıştır. Ticaret, bolluk yaratmıştır."

Bu yeni yaşam tarzı, yeni düşünsel atılımlarda da kendini göstermiştir. Felsefe, hukuk, politika ve sanat konularındaki cesur fikirlerinden ötürü bir çok kişi Kilise tarafından yakılarak kurban edilmiştir. Yeni bir yaşam filizlenmiş ve bu zenginliğin içinden, tıpkı birer tomurcuk gibi Gotik katedraller doğmuştur.

Dünyanın bölük pörçük olduğu, ülkeler arası iletişimin pek zor gerçekleştiği böyle bir dönemde, Gotik sanatın tüm Avrupa’da sağladığı bütünlüğün mantıklı açıklaması nedir? Aslında Gotik becerinin tekilliği, bu becerinin ürünlerinin her yerde aynı olmasından kaynaklanıyordu. Özel Gotik yapım teknikleri, mimarlar için kendine özgü tek bir yöntemi zorunlu tutuyordu. Eğer bir harita üzerinde, Fransa’daki tüm Gotik katedraller işaretlenirse, yapıların başta Paris civarında yoğunlaştığı ve sonra çember biçiminde tüm ülkeye yayıldığı fark edilir. Bu durum, merkezde öğrenilen yeni mimari yöntemin zamanla çevreye dağıldığını göstermektedir.

Bu yazı H. L. Haywood'un "The Builder" dergisinde çıkan çeşitli yazılarından Derlenmiştir. Derleyen:Thamos rumuzlu bir arkadaşımızdır,dökümanı şahsi sitesinden dolaylı olarak temin edip derledim, bu nedenle Site adresini bulamadım kendisine teşekkür ederim (adresi bulunca, yazılın devamını ilgili siteden okuyabilmeniz için bu sayfaya link olarak geçeceğim)

Başa Dön


Bkz. İngiliz Sanatı - Fransız Sanatı - İspanyol Sanatı

Hosted by www.Geocities.ws

1