FRANSIZ SANATI



Fransa'da sanat etkinlikleri yaklaşık olarak on yüzyıldır süregelmektedir. Lascaux, Galya ve Galya-Roma Dünyası, "Fransız" olarak kabul edilemez ve IV. yy'dan X.yy'a kadar günümüzde Fransa olarak bilinen toprakları istila eden barbarlardan, yalnızca bir süsleme sanatı kalmıştır. Bu uzun suskunluk döneminin sonunda, roman sanatının kendini kabul ettirdiği ve böylece Fransa'da sanatın doğduğu görülür.

DİN VE SANAT: ROMAN SANATI (Bkz. Roman Sanatı)

Fransa'da özellikle Paris ve Bourgogne'un kısa sürede Hıristiyan dünyasının sanat görünüşünün temsilcisi haline geldikleri görüldü.

Bourgogne'da roman sanatı, gerek mimarlık, gerekse heykelcilik alanlarında öncü oldu. Aziz Hugues tarafından XI. yy. sonunda kurulan Clundy manastırı, 1810'da tümüyle yıkılmış olsa da, Dijon'daki Saint-Benigne, Tournus'deki Saint-Philibert, Parayle-Monial bazilikası, Autun ve Vezelay katedralleri roman sanatı ustalarının dehası ve dünyanın düzenini yansıtan katı biçimlere karşı eğilimlerini gösteren birer kanıttır. Ortak yaratıcılık, örnek olarak Mahşer ve Son Yargı (Autun) temaları üstünde duran Hıristiyanlığın çeşitli figür ve kişileri aracılığıyla tanrısal doğanın canlandırılmasına yöneldi.

Giderek, dinsel sanatta imgeleme dayalı çizgiler belirdi. İdealleştirilmiş ve simgeleştirilmiş figürler, Amiens'teki Güzel Tanrı ile yerlerini insanın alın yazısını hissettiği bir dramın anlatımına bıraktı.

(Kyn.2) X.yy.-XII.yy arasında Fransız kilise mimarisini iki temel öğe etkilemiştir: Zengin manastır  tarikatlarının ortaya çıkması; kutsal emanetlerin bulunduğu yerlere yapılan  hac ziyaretlerindeki hızlı artış. Mimarlıkta roman üslubu, Karolenj dönemi mimarlık deneyimi ile manastır kiliselerinin  ve hac yolları üstünde kurulan kiliselerin gereksinmelerine karşılık verme kaygısının bileşkesidir. Roman üslubu bu yerel gelenekleri ve gereksinimleri de yansıtarak, bölgeden bölgeye değişiklik gösterir. Mimarlık alanında en geniş yapısı, Bourgogne bölgesinde, Clundy'daki benedikten tarikatının manastır kilisesi olmuştur (yapımına 1088'de başlanmış, XIX.yy'da yıkılmıştır). Bir taş tonozun taşıdığı kubbeyle örtülü bu geniş hacimli manastır kilisesi beş sahın, iki çaprazsahın, bir absida ve çevresindeki dua yerleri, görkemli bir anacephe bir narteksten oluşuyordu. Sonradan Fransa'daki benedikten kiliselerinin çoğunda taklit edildi.

Kubbenin ahşap kirişlerinden destek almasının getirdiği sınırlamalar, taş tonoz uygulamasıyla ustalıkla azaltılmış ve Clundy'nin mimarlarına sahın açıklığını geniş tutma olanağı vermiştir. Ahşap kirişli çatılar Kuzey Fransa'da günümüzde de varlığını sürdürmekle birlikte, taş tonoz, roman üslubunun getirdiği en başarılı yeniliklerden biridir. Taş tonoz, Autun katedralinde (1120-1132) beşik tonoz, Vezelay'de (1089-1206) haçtonoz gibi farklı biçimlerde kullanılmıştır. Taş tonozları destekleyebilmeleri için duvarların son derece sağlam tutulmasına karşın, sahın duvarlarında, yan sahınların alçak kubbelerinin yukarı bölümünde açılan yüksek camsız pencerelerden gelen ışıkla, kiliseler iyice aydınlanmıştır.

DİNSEL COŞKU: GOTİK SANAT (Bkz. Gotik Üslubu)

Gotik sanatla dinsel coşku, süsleme ve sanat dağarcığını zenginleştirdi. Katedraller (Reims, Paris'teki Notre-Dame, Le Mans) vitraylar sayesinde aydınlığa kavuştular (Chartres) ve göğe doğru yükselen bir görünüm kazandılar. Anıtsal heykelcilikteki katılığın yerini mimarlık sanatının zorlamalarından (Reins ve Amiens katedrallerinin kapıları) sıyrılmaya yönelen biçimlerin uyum içinde yükselmesi (Bourges katedralinin beş kapısı)aldı. Gotik üslupta yapılan İsa'lar insan çizgileri kazandı; çok geçmeden batı dünyası büyük veba felaketiyle kırılırken, Fransa bir de Yüzyıl savaşıyla pençeleştiğinden, insanın yaşadığı acılar taş yontucuları tarafından yansıtıldı. Dinsel yapıların kapıları (Rouen katedralinin girişi) "barok" ve alevli gotik üslubunu belirleyen heykel gruplarıyla donattı.

XV.yy başlarında, sivil mimarlık dinsel mimarlığı geride bıraktı. Belediye sarayları, adliye sarayları (Rounen), imarethaneler (Beaune) mimarlıkta Rönesans'a doğru görülen bir laikleşmeyi yansıtırlar. Ama gotik coşku çok daha başka alanlarda da kendini gösterir: Halıcılık (Meryemin Taç Giymesi, Sens katedrali); minyatür (Berry Dükünün Dua Kitabı); Fresk (Bourges'da Jackques Coeur konağının şapeli) ve birçok okulun yanı sıra Provence okulunun da (Tebşir Aix'teki Made leine kilisesi) doğmasına neden olan pano üstündeki resim.

(Kyn. 2) Noyon (1150-1170) ve Laon (yapımına 1160'ta başlandı) katedralleri ile Paris yakınındaki Saint Denis manastır kilisesinin yapımıyla başlandı. Paris'in yanı başındaki Senslis (1153-84) ve Sens (yapımına 1210'da başlandı) ve Rouen (yapımına 1200'den sonra başlandı) katedralleriyle gelişmesini sürdürdü. Erken gotik mimarlığının en başarılı yapıtı olan Saint-Denis manastır kilisesi, 1137-1144 arasında, aynı yerde geçmiş dönemlerde yapılmış bir kilisenin temelleri üstünde yapıldı. Gotik üslubunda kiliselerde, iç mekanı da da genişletmek amacıyla, sivri kemer, bölümlendi; dilimlendi. Pencere boşlukları daha da genişletilerek, sivri kemerler iyice yükseltildi; dev boyutlu pencerelerin altlarında, yan sahın üstünde triforium denen bir galeri katı oluşturuldu; pencere boşlukları, sahın yanlarında sıralanan ince yüksek sütunlar üstünde yükselen kemerlerle desteklendi. Bu dar ve yüksek mekanı taşımak ve pencere bölümlerini daha da geniş tutabilmek için, bir dış pekitme ayağı ya da destek kemer sistemi geliştirildi. Bu düzen, sahın mekanı ile yansahınlar ambulatorium dua yerleri arasında büyük bir uyum sağladı. Gotik mimarların ustalık dönemlerindeyse, Paris Notre Damme katedrali (yapımına 1163'te başlandı), Chartres katedrali 1145, Amiens katedrali 1220, Paris Sainte-Chapelle katedrali 1243-48 ve Eims katedrallerinde, üslup daha süslü bir görünüm aldı. Pencereler bu kez içeriye daha bol ışık almak amacıyla değil, vitray kullanımını yaygınlaştırmak için genişletildi; bu üslup, XII. ve XIII. yy'ların sonunda Chartes ve Sainte-Chapelle katedrallerinde, doruk noktasına ulaştı.

RÖNESANS VE UZAMIN KEŞFİ (Bkz. Rönesans Dönemi)

Lombardialı el sanatçılarını kabul eden Paris atölyelerine İtalyan üslubu egemen oldu. Siena'lı fresk ustaları Avignon'da çalıştılar, 1445'te Jean Fouget, Roma'da papa Eugenius IV'ün portresini yaptı. İtalyan üslubunun Fransız sanatına girmesiyle, Fransa'da, belki de İtalya'dakinden çok daha fazla yerleşmiş Orta Çağ saplantılarının yerini bir inceliğin aldığı, daha klasik bir biçimler evreni ortaya çıktı. Dinsel mimarlığın etkinliği, Fransa krallarının gösterişe düşkünlüğünü vurgulayan din dışı mimarlık (Blois, Chambord ve Amboise şatoları) karşısında azaldı.

Flaman sanatının "büyülü gerçekçiliği"yle İtalyan Rönesans'ının özgürce tutumu arasında, Fontainebleau okulu ve "Versailles okulu"nun klasik atılımıyla sürecek olan Loire okulunun İtalyan etkileri taşıyan Fransız sanatı sivrildi.

Öte yandan, dışarıdan gelen etkilere pek açık olmayan Nicolas Froment Lazaros'un Dirilişi'ni (Uffizi müzesi, 1461) ve Aix katedralindeki üç kanatlıyı (Yanar Çalı, 1475) çizerken Tek Boynuzlu At (Cluny müzesi, XVI. yy. başı) diye bilinen duvar kaplaması dine karşı alegoriye yönelişi müjdeleyen düş gücüne dayalı bir anlayışı belirtir. Katedral girişlerini süsleyen sanatçıların yarattıkları fransız heykelciliği portrelere yönelmişti. Gerçeğe uygunluk da artık uzama bağlıydı.

François I, Leonardo da Vinci'nin dehasıyla büyülenirken, Jean ve François Clouet, katışıksız bir Fransız sanatı ortaya koydular (Diane de Poitiers'nin portresi). Denge ve bakışımlılık üstüne kurulu bir sanatın büyük öncülerinden Pierre Lescot (1515-1578) ilk Louvre yapılarında çalışırken, Philibert Delorme (1515-1570) Tuileries sarayını gerçekleştirdi.

(Kyn. 2) Charles VIII'in Napoli seferinden (1496) birçok İtalyan sanatçıyla dönmesinden sonra, İtalyan rönesansı, XV. yy'ın son on yılında Fransız sanatını etkilemeye başladı İtalyan üslubu, ilk kez Loure vadisi şatolarında kendini gösterdi  ve Fronçois I'in krallık döneminde (1515-47) yaygınlaştı. Bununla birlikte, İtalyan süsleyici öğeleri, körükörüne taklit edilmeyip, gotik üslubun ilkeleri üstüne oluşturuldu. Üslubun ilk örneklerinden biri, Leonardo da Vinci'nin yaşamının son yıllarında çalıştığı Amboise şatosu oldu (1495). Chambord şatosunda (1519-36), gotik üslubu mimarlığı ile İtalyan süsleme sanatının daha gelişmiş bir bileşkesi ortaya kondu. Bu üslup, 1540'tan sonra kendisini Fontainebleau şatosunun yapımına adayan Sebastiano Serlio, vb. İtalyan mimarların yapıtlarında daha da geliştirildi.

Fontainebleau'da geniş hacimli iç galeriler ve balo salonları, sonradan ilk Fontainebleau okulunu oluşturacak olan İtalyan sanatçıları tarafından süslendi. Fontainebleau okulunun başlıca temsilcileri arasında, Rosso Fiorentino Francesco Primaticcio ve Niccolo dell'Abbate (1512-1570'ed.) sayılabilir. Fransa'da gravür sanatı da, İtalyan üslubunu ülkeye yayan yabancı sanatçılar tarafından geliştirildi. Jacques Androuet da Cerceau (1520-85), Philibert Delorme (1510-70), Giacomo Vignola ve Pierre Lescot gibi birçok yetenekli sanatçı, kral ve soylu sınıf tarafından desteklendi. Fransız Rönesans'ından günümüze kalan en zarif anıtlardan biri, Paris'te Lescot'nun tasarımını yaptığı , dış oyma süslemeleriyse Jean Goujon tarafından gerçekleştirilen, Louvre sarayının  Cour Carree'sidir (Kare Avlu). Rönesans üslubu Henri II ve Henri III'ün dönemlerinde gelişmesini sürdürürken, güçlü okullar da ortaya çıkmaya başladı.

BAROK ÜSLUBU DÖNEMİ (Bkz. Barok Üslubu)

Henri IV dönemi (1589-1610), sanatın desteklendiği bir dönem oldu. Kralın Floransa'yı yöneten Medici ailesinin kızı Marie de Medici'yle evlenmesi, İtalyan sanatçılarla yakın ilişkiler kurmasına yol açtı. Adı sonradan Kral alanına (Place Royale) dönüştürülecek Vosges alanı (1605) ile Dauphine alanı (1607), Henri IV döneminde yapıldı. Paris'te ikinci bir sanatçı kuşağı (ikinci Fontainebleau okulu), Henri IV'ün koruması altında, İtalyan sanat geleneğini sürdürmesi için eğitildi.

Yüzyılın ikinci ve üçüncü çeyreklerinde, kardinal Richelieu'nün Louis XIII'ün, kardinal Mazarin'in de küçük kral Louis XIV'ün, naipliği dönemlerinde Fransa Avrupa'nın en güçlü devletine dönüşürken, devlet adamları da, dönemin mimarlarına görkemli konutlar sipariş ettiler. Çağın mimarlarından Jacques Lemercier (günümüzdeki adı Palais Royale sitesi olan Richelieu'nün kardinallik sarayının ve Sorbonne kilisesinin tasarımcısıdır), François Mansart ve Louis Le Vau, İtalyan  barok üslubunu Fransız gereksinimlerine uyarladılar.

Louis XIV'ün mutlakiyetçi yönetimi sırasında (1661-1715), bütün sanatlar, güçlü Ticaret ve Bayındırlık bakanı Jean Baptiste Colbert'in yönetimi altında, devlete hizmet amacıyla kullanıldı. Louvre genişletildi; Fransa krallarının gücüne yakışır bir saray olarak görkemli Versailles sarayı yapıldı. XVII. yy'ın son çeyreğinin öncü mimarı Jules Hardoin-Mansart, Versailles  sarayının ek bölümleri ile Orangerie'yi ve Paris'teki birçok alanı ve kamu yapılarını gerçekleştirdi.

CANLI BİÇİMLER VE DİNSEL ESİNDEN UZAKLAŞMA

XVII. yy. klasik Fransız sanatında canlı biçimlerin ağır bastığı ve yaşamdan çeşitli kesitlerin sunulduğu görülür.

Öte yandan sanatsal yaratının dinsel etkiden uzaklaştığı da bir gerçektir: Mansart'ın Val-De-Grace'ı, Le Notre'un bahçeleri: Perrault'nun Luvre'daki büyük sıra sütunları; Philippe de Champaigne'in, Le Nain'in, Georges de La Tour'un tabloları.

DUYARLILIK

Dinsel esinden uzaklaşılması sonucu duygunun aktarılmasına ağırlık veren plastik sanatların şövalye resmiyle alanını genişlettiği görüldü: Watteau kır sahneleri, Fragonard ev içi görüntüleri, Chardin natürmortlar yaptı. Fransız klasikçiliği XVIII. YY. Avrupa'sına egemen oldu. Versailles sarayı, etkisinden kopulmayan bir örnek oluşturdu. Kentlerin gelişmesi sivil ve askeri mimarlığa yeni bir atılım kazandırdı. Paris kenti Saint Germain ve Saint-Honore semtleriyle genişledi, her köşede Vauban'ın surları yükseldi. Paris'te önyüzünü Servandoni'nin yaptığı Saint-Roch kilisesi gibi dinsel yapılar, sanatçıların tiyatro etkisi yaratmak amacıyla benimsemiş oldukları perspektif anlayışını ortaya koydu.

XVIII. YÜZYIL

XVII. yy. Fransasına özgü klasik eğimleri sürdürmekle birlikte, klasik motifleri, geç dönem barok üslubu içinde kullanma yolunu seçti. Süslemede sınırlılık, zarif kabartma ayrıntılar ve hacim-ışık oyunları, dönemin özel konut ve kamu mimarlığına abartmasız bir yücelik kazandırdı. Louis XV döneminin en güzel mimarlık yapıtlarından biri, Versailles bahçesi içinde kurulan, boş vakitlerini geçirmek için Angle Jacques Gabriel'e yaptırdığı bir dinlenme yeri olan Petit Trianon (1762) oldu: neredeyse küp biçiminde olan yapının düzenli kurallı ve ağırbaşlı olan boyutları, hantallıktan, kütlükten uzaktır; cephe süslemeleriyle, pencerelerin yerleşimiyle, çatı korkulauklarıyla, ince bir ritmin duygusunu yansıtır.

XVIII.yy. sonu mimarlığına, resim sanatındakine benzer bir yeni klasikçiliğin canlanması, damgasını vurdu. Yeni klasikçilik, Jacques Germain Soufflot'nun Paris'te yaptığı  Saint Genevieve kilisesinde (sonradan Pantheon diye adlandırıldı) ortaya koyduğu anıtsal mimarlığa son derece uygun bir üsluptu.

XIX. YÜZYIL

XVIII. yy'ın duygu ve coşku eğilimi, bir sonraki yüzyılın romantik sanatının (Bk. ROMANTİZM) duygularda en uç noktaya varan aşırılık eğilimine dönüştü.

Mimarlıkta XVIII. yy. sonundaki yeni klasikçi eğilim, Napoleon III'ün İkinci İmparatorluk döneminin (1852-70) siyasal çıkarlarına hizmet eden anıtsal yapıtlarla varlığını sürdürdü. Daha sonraysa, gerek klasik üslubu gerek barok üslubu temel alan seçmeci bir üslup, Güzel Sanatlar Okulu'nda eğitim gören mimarların yapıtlarına damgasını vurdu. Jean Louis Charles Garnier'nin görkemli Paris Operası (1861-75) gibi yapılar, Baron Haussmann'ın İkinci İmparatorluk döneminde kenti yeniden yapılandırıp modernleştirmesinde önemli rol oynadı. Henry Labrouste ve Alexandre Gustave Eiffel gibi öncü mimarlarsa, sanayide üretilen yeni yapı gereçlerinden yararlanarak yeni inşaat teknikleri ortaya koydular. Eiffel'in gerçekleştirdiği Eyfel kulesi, Paris'in simgesine dönüştü.

XX. YÜZYIL

Fransa, mimarlıkta yeni XX.yy. estetiğinin öncüsü oldu. Yüzyılın dönemecinde, art nouveau deneyi, doğal biçimleri temel alan, sevimli süsleyici motiflerin doğmasına yolaçtı. Le Corbusier adıyla tanınan İsviçreli mimar Charles Edouard Jeanneret, Fransa'da, mimarlıkta işlevsellik anlayışının öncülüğünü yaptı (bu anlayış, Le Corbusier'nin ünlü "yapılar, içinde yaşanan makinelerdir" özdeyişinde özetlenir). Le Corbusier'nin kuramı ve uygulamaları, Almanya'da Bauhaus'un anlayışıyla güçlenerek, evrensel üslubun ilkelerini oluşturdu (bu üslubun en iyi örneklerinden biri Le Corbusier'nin 1929-31 arasında Poissy-sur-Seine'de yaptığı Villa Savoye'dur). İkinci dünya savaşı'ndan sonraki Fransız sanatının temel başarıları arasında Jean Dubuffet'nin resimleri, Matisse'nin parlak renkli kolajları ve Lecorbusier'nin Ronchamp'da yaptığı Note-Damme des Pelerins kilisesi (1950-55) sayılabilir.

Bkz. İspanyol Sanatı

Önceki ] Bölüm Başı ] Sonraki ]

Hosted by www.Geocities.ws

1