KAROLENJ SANATI - ROMAN SANATI

Karolenj sanatı, çeşitli katkılarıyla roman üslubunun ortaya çıkmasına yol açan roman öncesi sanatları bütününe girer ama Charlemagne'ın birleşme siyaseti ve kurumlarıyla sanat dallarına bir canlılık getirdiği de bir gerçektir. Kazıların doğruluğunu kanıtladığı çeşitli yazıtlardan Karolenj dönemi mimarisi iyi bilinmektedir. Korunmupş manastır planları (Centula, Fulda, Sankt Gallen) büyük bir örgütlenme ustalığına tanıklık eder. Saint Maurice d'Agaune, Reims ve Köln katedrallerinde görüldüğü gibi, kiliselerin karmaşık planları vardı. Karolenj kilisesinin ayırıcı özellikleri iki karşıt absid, merkezi plan uygulaması, yan binaların varlığıydı (bunların ilk katında piskoposa ya da imparatora ayrılan geniş bir kürsü bulunuyordu). Kapı revakının kütlesel ön sahını (Lorsch'da olduğu gibi) da Karolenj sanatının ürünüdür. Roman kiliselerinin çan kulesi revakları da buradan kaynaklanmıştır. En iyi korunmuş iki önemli yapı olan Aix şapeli ve Germigny-des-Pres Kilisesi iç süsleme (mozaik, resim, heykel) konusunda bilgi verir. Buralardaki çok renklilik ve zenginlik, Bizans ve müslüman etkisini gösterir.

Heykel sanatı, mimarlık öğelerinin (friz, sütun başlığı, vb.) bitki motifleriyle süslenmesiyle sınırlıdır. Bu da Karolenj atölyelerinin Eskiçağ'dan olduğu kadar İrlanda ve Vizigot sanatlarından da etkilendiğini gösterir. Bu dönemin en ilgi çekici yapıtlarından biri, Charlemagne'ın olduğu söylenen at üstüne binmiş insan heykelidir. Bu dönemde tezhip sanatı'da büyük bir gelişme göstermiştir.

ROMAN SANATI

Avrupa'da X.yy'ın ortalarından XII.yy sonlarına kadar uzanan dönemde oluşturulan sanat ürünlerini belirtmek amacıyla kullanılan terim.

İlk olarak 1818'de arkeolog Charles Duherissier de Gerville'in meslektaşı Auguste Le Prevost'ya yazdığı bir mektupta geçen bu terim daha sonra 1825'e doğru Arcisse de Caumont (1802-1873) tarafından benimsenip kullanıldı.

Karolenjler sonrası dönem sanatı için kullanılan "roman" sözcüğünün uzun süre çok yerinde bir terim olduğu benimsendi; çünkü söz konusu sanatın doğrudan doğruya  Roma sanatıyla olan yakınlıklarını anımsattığı gibi, aynı dönemde latinceden roman dillerine geçişle kendini belli eden dilsel evrimi de anımsatıyordu. Çağdaş sanat tarihçilerinin çoğunluğunun belirttiği görüşse çok daha ayrıntılıdır. Gerçekten'de, günümüzde, istilalar Avrupası'na ve Karolenj Sanatına bağlı olan biçimlerin, Roma'nın Geç İmparatorluk dönemi sanatı ile roman sanatı arasında yeraldığı ve artık sürekliliği korumaya olanak vermeyen  bir kopukluğu belirttiği kabul edilir: Roma sanatı - Galya Roma sanatı - roman sanatı

Roman üslubu, ne olursa olsun her şeyden önce dinsel bir mimarinin özelliklerini taşır; söz konusu mimariye özgü biçimler, bütün Avrupa'da , bin yılına doğru, Batı hristiyanlarının  çeşitli istilalardan sonra rahat bir nefes aldıkları dönemde, çok farklı olarak geliştirilmiştir.

Roman mimarisinin gelişmesinin ilk evresinde Karolenj etkisinin Otto dönemi Almanyası'nda ve Kuzey Fransa'da pek çok yapıda hala şiddetini sürdürdüğü söylenebilir. Burada XII.yy'dan başlayarak taş tonoz yaygınlaşmıştır. Buna karşılık, Kuzey İtalya'da Katalonya'da ve Bourgogne'da Eski Roma mirasının ilk güney roman sanatı olarak adlandırılan şeyin ardından kendini kabul ettirdiği görülür. Ama burada da, bazı teknik gelişmelere bağlı üslup öğelerinin oluşumu ancak XI.yy'da belirginleşmiştir. Roman dinsel mimarisinin, eyaletler ve bölgelere göre çok sayıda özellikleri vardır; bununla birlikte kimi özelliklerine de pek çok yapıda raslanır ve bunlar roman mimarisinin bazı ortak temel özelliklerini belirtmeye olanak verir.

Sözgelimi, roman kiliselerinin planı şematik olarak Latin haçı biçimindedir. Kemerler kimi zaman silindir ya da çokgen biçimli sütunlarla, kimi zaman da eksiksiz sütunlar yığınından oluşan ayaklar üzerinde taşınır. Sütun başlıkları ters piramit gövdesi biçimindedir ve çoğunlukla Korinthos üslubunda, ya geometrik süslemelerle ya da fantastik hayvan, vb. görüntüleriyle bezenmiştir.

Öte yandan roman kiliselerindeki çan kuleleri de farklı biçimlerdedir. Çağdaş arkeologlar, en önemli roman yapılarını inceledikten sonra, çoğunlukla sözcüğün dar anlamıyla değişik roman okulları bulunmadığı sonucuna varmışlardır. Bu konuda söz gelimi Fransa'da Clermont-Ferrand çevresinde ve yaklaşık 30 km'lik bir yarıçap içinde yapılmış olan hemen hemen bütün anıtların, aynı kentte 1185'e doğru gerçekleştirilmiş olan Notre-Dame-du-Port ile aynı özellikleri taşıdıkları söylenebilir.

Roman mimari süslemesi çok değişik ve yoğunluğu ülkelere, bölgelere göre çeşitlilik gösteren etkilerin ürünüdür: Bu etkiler İtalya'da ve Fransa'nın güney kesiminde Roma ve Galya-Roma sanatının etkisi, elyazmalarındaki minyatürler aracılığıyla aktarılmış olan Bizans ve Suriye etkileri, İskandinav ülkeleri ya da İrlanda kökenli olan ve istilalar yoluyla gelen etkiler, bozkır sanatı etkileri ve son olarak da Arap sanatı etkileridir.

Roman sanatı heykellerinin anlamlı ve kaygılı anlatımlarında, Kilise'nin, Hristiyanlığa  inananların bilmeleri gereken şeyleri olduğu kadar, çekinmeleri gereken şeyleri de görüntülerle öğretme isteğini görme olanağı vardır. Özellikle kiliselerin ana kapılarında insan figürlerine yer verilerek önemli yapıtlar gerçekleştirilmiştir. 1150'den sonra, roman heykelciliğinde, gotik üsluba iletecek bir geçiş dönemi başlamıştır.

 FRESKLER VE ÖBÜR SANATLAR

Roman kiliselerinin duvarları ve tonozları çoğunlukla renkli fresklerle kaplanırdı. Bunlar birbirinden ayrı üç yönteme göre gerçekleştirilirlerdi: İtalyan usulü boyama (taze sıva üstüne suyla yapılır); Yunan usulü boyama (birbiri ardından önce mat, sonra parlak renkler kullanılır, bunlar, koyu renk bir fona üst üste sürülür); açık fon üstüne mat boya sürme (bu, özellikle Fransa'da yaygınlaşmıştır; yapımdan az önce hafif nemlendirilen, sıva üstüne renkler tek kat sürülür). Kökenlerinin ön hristiyan sanatında aranması gereken roman freskleri zamanla büyük ölçüde zarar görmüşlerdir; günümüze kadar gelebilmiş olanların da çoğu yarı silinmiş haldedir.

Manastırların X.,XI. ve XII.yy'larda refah içinde olması, masraflı olan bazı sanatların gelişmesine yolaçmıştır.

Mücevhercilik (Kiliselerdeki altından heykeller), fildişi işçiliği, tunç bakır işlemeciliği dokuma sanatıyla ilgili ve günümüze kadar gelebilmiş olan az sayıdaki baş yapıtlar, roman sanatındaki çeşitlilik ve süsleme gücünü, üstelik masraflı bir biçimde göz önüne sermiş ürünlerdir.

 

Önceki ] Ana Sayfa ] Bölüm Başı ] Sonraki ]

Hosted by www.Geocities.ws

1